20. yüzyıl sosyalizmi - Kısa bir bilanço Yazdır


20. yüzyıl değişik özelliklerinin yanı sıra aynı zamanda sosyalizmin iktidar tarihidir. Sosyalizm dünyanın altıda birinde 74 yıl, üçte birinde ise 44 yıl iktidarda kalmıştır. Neden ve nasıl yıkıldı sorusuna başka dillerdeki incelemelerde fazlasıyla cevap verildi. Sosyalizmden kapitalizme geçiş süreci tek cümleyle özetlenecek olursa:

Sosyalist ülkelerde burjuvazi tabandan ya da ekonomik ilişkiler içinde güçlenerek yükselmemiş, komünist partisinden çıkmış, önce devleti tepeden ele geçirmiş ve buradan aşağıya doğru kapitalizmi hakim kılmıştır.

Politik kapitalizm kavramı bu süreç için kullanılır. İktidar kapitalisttir ama altyapıda üretim araçlarında özel mülkiyet yok gibidir. İktidarın ilk işi, kapitalizmin yasal yapısını hazırlamak için gerekli değişiklikleri yapmak olmuş; mülkiyetin kutsallığı ya da genel olarak özel mülkiyet tanınmış, miras hukuku, bankalar ve borçlar yasası acele olarak çıkarılmıştır.

Sosyalist ülkelerden sadece iki tanesinde küçük mülkiyet devlet mülkiyetine bağlı olarak bulunuyordu: Polonya ve Macaristan. 1989 sonrasında sosyalist ülkelerdeki burjuvazi küçük mülkiyet sahiplerinin bir bölümünün zenginleşip büyümesiyle oluşmadı, bu ülkelerdeki komünist partilerinin üst yönetiminden çıktı.

Önemli bir sürecin analizi pratik araştırmaya dayanmak zorundadır.

Sosyalizm sonrasında burjuvazinin nereden geldiğini ortaya çıkarmak için şöyle bir araştırma yapılıyor: Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’da parti yöneticileri arasından 1 Ocak 1988’de –sayı ülkelere göre değişmekle birlikte- bin kişi seçiliyor ve bu kişilerin 1989’da sosyalizmin çözülmesinden dört yıl sonra, 1 Ocak 1993’te ne yaptıkları araştırılıyor. Araştırma kapsamının bu üç ülkeyle sınırlı olması alanı küçültmek isteğinden kaynaklanıyor olsa gerektir.

Araştırma sonucuna göre Çek Cumhuriyeti’nde eski yöneticilerin yüzde 51,7’si, Macaristan’da 43,1’i, Polonya’da ise 51,2’si 1993’te bu kez kapitalizm koşulları altında değişik alanlarda etkin görevlerde bulunuyorlar. Bu üç ülkede komünist partilerinin değişik alanlardaki yöneticilerinin yaklaşık yarısı bu kez kapitalizm koşullarında etkin durumda bulunuyor.

Bu sayılar ortalamadır ve eski yönetici kesimin hepsi de aynı oranda yeni düzende etkinliğini sürdürmüyor. Araştırma sonuçları ekonomik, politik ve kültürel alandaki yöneticiler olarak ayrıştırıldığında şöyle bir tablo ortaya çıkıyor:

Ekonomik alandaki yöneticilerin ki bunlar genellikle kombinalarda sorumlu durumda olanlardır, yüzde 70,7’si aynı alanda etkili durumdadır.

Bu oran politik alandaki yöneticilerde (parti genel sekreteri, politik büro üyeleri vb.) yüzde 39,3’e düşüyor.

Kültürel alandaki yöneticilerde ise oran yüzde 44,2.

Bu sonuçların açıklaması şöyle yapılabilir:

Ekonomik alandaki yöneticilerin önemli oranda etkin konumlarını sürdürmeleri sosyalizmden sonraki kapitalizmde dünya çapındaki büyük tekellerle kurulan ilişkilerin sonucudur. Ülke hızlı bir şekilde yabancı sermayeye açılır, ekonominin durumunu en iyi bilen ve yabancı sermaye için de en gerekli olan elemanlar sosyalist ekonomide değişik alanlardaki yöneticilerdir.

Politik alandaki yöneticilerde büyük düşüş bir oranda eski yöneticilerin ancak erken emekliliğiyle açıklanabilir. Macaristan’da eski yöneticilerin yüzde 19,1’i, Polonya’da yüzde 17,2’si ve Çek Cumhuriyeti’nde de 15,4’ü erken emekli yapılmıştır.

Politik kademelerde yönetici ve dolayısıyla halkın fazlasıyla gözünün önünde olan bu kesimin yaklaşık yüzde 60’ı geri plana itilmiştir.

Kültürel alandaki azalma da bu ülkelerde sosyalist rejime muhalif yazarların çokluğuyla açıklanabilir. Eskilerin yarıdan fazlasının yerine muhalifler geçmiştir.

Araştırma Eyal, Szelenyi, Townsley tarafından yapılmış ve Making Capitalism Without Capitalists adlı İngilizce kitapta yayınlanmıştır. Bu alandaki önemli kitaplardan bir başkası ise, Capitalism with a Comrade’s Face (Yoldaş Yüzlü Kapitalizm) adını taşır.

Benzer bir araştırma daha sonra Bulgaristan ve Rusya Federasyonu için de yapılır. Rusya’da eski komünist partisi yöneticileri kapitalist toplumda önemlerini büyük oranda korumaktadır. Bu ülkede eski komünist partisi yönetiminin politik ve ekonomik yöneticilerinin yeni konumları arasındaki fark da azdır. Bulgaristan ise iki örnek arasında bir konumda bulunur.

Birkaç isimle süreç örneklenebilir: Rusya Federasyonu Başkanı Putin yıllarca DAC’de KGB sorumlusuydu. SSCB’nin dağılmasının ardından Azerbaycan’da ilk devlet başkanı Türkçü Elçibey idi. SBKP Politikbürosu’nda KGB sorumlusu olarak bulunan Haydar Aliyev –şimdiki devte başkanı İlham Aliyev’in babası- darbeyle onun yerine geçti. Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan gibi Orta Asya Cumhuriyetlerindeki kapitalizmde ise komünist partisinin sadece adı değişti denilebilir.

Sosyalizm sonrası kapitalizmde ortaya çıkan burjuvazi küçükten büyüğe doğru gelişmemiş, tekelciler ve oligark denilen multimilyonerler ortaya çıkmıştır. Kısa sürede zenginleşmenin tek yolu, devleti soymaktı. Hızlı özelleştirme yoluyla devlet mülkiyeti yağmalanmıştır. Bunu yapabilmek için devleti soyabilecek konumda bulunmak gerekiyordu.

Sosyalizmden vazgeçmek ve kapitalizme yönelmek sadece parti yöneticilerine has bir tutum değildi. Bu süreç hiçbir sosyalist ülkede tabandan önemli bir tepkiyle karşılanmadı.

Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde (DAC) farklı bir sosyalizm isteyenler vardı ama etkili olabilecek güce sahip değildiler.

Sosyalizmin üretici güçlerin geliştirilmesinde kapitalizmle uzun bir yarışa girmesi, 1960’lı yılların sonlarına kadar bu alanda önemli gelişme göstermesi, ardından kapitalist ülkelerde şekillenen ve üçüncü sanayi devrimi olarak adlandırılan üretimde bilgisayarlaşma sürecini yakalayamayıp geride kalması, sosyalizmin tarih sahnesini terk etmesinin asıl nedenidir.

Ağır silahlanma harcamaları, Kızıl Ordu’nun Afganistan’da yaşadığı ağır yenilgi ve sayılabilecek başka faktörler de ek nedenler olarak buna eklenebilir.

Küba’daki reform sürecinin de bu temelde değerlendirilmesi gerekir. Merkezi planın gevşetilmesi, ülkenin yabancı yatırımlara açılması, küçük özel işletmelere izin verilmesi, devlet sektörünün belirleyiciliği ve denetimi altında pazar ekonomisi, kapitalizm anlamına gelmez.

Sosyalist ülkelerde kapitalizm tabandan gelişerek hakim olmamış, yukardan gelmiştir.

Küba’da komünist partisinden burjuvazinin çıkması imkansız denilmese bile zor bir ihtimaldir. Küba burjuvazisi ortadan kalkmadı, Florida’da oturuyor ve yıllardan beri adadaki mallarına yeniden kavuşacağı günü bekliyor. Küba’da kapitalizme dönüş, halkın oturduğu ev dahil her şeyini kaybetmesi anlamına gelir. Florida’daki burjuvazi gelir ve eski tapulara dayanarak hepsini alır.

Küba yıllardan beri sosyalist ekonomilerin hepsinde görülen kronik sorun karşısındadır: tarım üretiminde başarısızlık. SSCB yıllarca ABD’den büyük miktarda tahıl ithal etmek zorunda kaldı. Macaristan 1956’dan sonra gelişen tarımdaki küçük üreticilik sayesinde yiyecek konusunda kendisine yeterli bir ülke oldu. Küba da yıllardan beri yiyeceği büyük oranda dışarıdan, ABD ambargosu nedeniyle Kanada’dan ithal etmektedir.

ABD yiyecek tekelleri ambargonun kaldırılmasını yıllardan beri talep ediyor. Küba  diğer sosyalist ülkeler gibi kendisi için gerekli yiyeceği yeterli oranda üretemiyor ve en yakınındaki ülkeden alamadığı için de daha uzaktakinden almak zorunda kalıyor.

ABD ambargosu kalkarsa, ki henüz kalkmamıştır ve ne oranda kalkacağı belli de değildir, bu durum daha ucuz yiyecek ithalatı yapacağı için Küba ekonomisinin çıkarına olacaktır ve tabii ABD de bundan kazanacaktır.

Küba’da ve eski sosyalist ülkelerde tarım üretimi konusunda yaşanılan başarısızlığın nedenlerinin açıklanması bir dergi yazısının kapsamını aşar.

Küba’da büyük bir gelir eşitsizliği zaten vardır ve bunun tek nedeni de turizm sektöründe çalışanların kazançlarının yüksek olması değildir. 11 Milyon nüfuslu Küba’da bulunan yakınlarına ABD’de yaşayan yaklaşık iki milyon Kübalı tarafından yıllardan beri para havalesi gönderiliyor. Dolar sahibi olanlarla olmayanlar arasında ciddi gelir farkı bulunuyor.

Küba’nın en başta büyük miktarda yiyecek ithalatı için sürekli olarak dövize ihtiyacı bulunuyor ve bu nedenle de dolar havalesini kısıtlamak ya da yasaklamak gibi bir önlem hiçbir zaman alınmadı.

Küba zor yılları iyi değerlendirdi ve sağlık alanında çok sayıda kadro yetiştirdi. Doğal kaynakları kıt küçük bir ekonominin yapabileceğinin en iyisini yaptı denilebilir. Küba doktorları ve sağlık araştırmaları konusunda dünyada isim yaptı. Değişik hastalıklarla ilgili yeni ilaçlar üretebildi. ABD’nin katı ambargosu nedeniyle bu ilaçlara patent alamıyor ve sınırlı olarak ihraç edebiliyor.

Küba bu aşamaya yıllarca SSCB’nin desteğiyle ayakta durarak ulaştı ama burada DAC’nin büyük katkısını da atlamamak gerekir. Yıllarca Küba’nın tek ihraç ürünü şekeri dünya fiyatlarının üzerinde satın alan DAC, bu ülke doktorlarının eğitiminde de önemli rol oynadı. Küba’da özellikle üniversite okumuş kişiler arasında Almanca bilenlerin çok olmasına bu nedenle hayret etmemek gerekir.

Yazıdaki başlıca tezi özetleyecek olursak: sosyalist ülkelerde kapitalizm ekonomideki küçük üreticilikten ve Pazar ilişkilerinden dolayı gelişerek hakim olmamış, yukardan gelmiştir.

Buradan hareketle sosyalist bir ekonomide devlet sektörüne bağlı ve ekonomideki üretim azlığını giderecek yönde faaliyet gösterecek tarımdaki ve tarım dışındaki küçük üretim ve hizmet sektörünün varlığı kapitalizm anlamına gelmez.

Bulgaristan’da sosyalist dönemde küçük üreticilik hiç yoktu ama bu durum ülkenin kapitalizme çok hızlı geçmesine engel olmadı.

UMUT Gazetesi 43. sayıda yayımlanmıştır.