Öğünmek yerine geleceğe bak... Yazdır


 

 

Okuduğum asıl bölüm felsefe yan bölüm etnolojide bu dönem bütün dersleri bitirdim diye düşünüyordum. Kış dönemine sadece bitirme tezi kalıyordu ama hesabımda yanılmışım. Üniversitede sınav ve mezuniyet konularına bakan bir daire var, oradan çağırdılar, gittim. 6 tane küçük dersim estikmiş. “Nasıl yani?” türünden bir soru sordum. Bachelor (lisans) uygulamasında yüksek kredili dersler ikiye bölünüyormuş. Mesela 10 kredilik ders 7 ve 3 kredi olmak üzere ikiye bölünüyor. 7 krediyi almak için sınavdan geçmek zorundasınız. Sınavların da çeşitleri var, buna girmiyorum. Aynı ders olmamak şartıyla ama aynı düzeyde başka bir derste iki “küçük kredi” almak gerekiyormuş. Not yok, sadece derse devam, dersteki bir konuyla ilgili kısa bir konuşma veya birkaç sayfalık eleştirel yazı yazmak gerekiyormuş. Bende bunlar eksikmiş. Sınav olanların hepsi bu dönem bitiyor, ama bunlar kalıyor.

Yan bölüm derseniz bu dönem bitiyor. Etnoloji zor bir bölüm ama bana kolay geldi. Yan bölüm olmasına bakmayın, 8 ders alıp geçmeniz gerekiyor. Bitti, ama diğeri daha varmış!

Ne yapalım, böyleyse böyledir.

Bu dönem dört ders aldım ve ağırdı açıkçası…

Üç tane konuşmam vardı, bitti. İki küçük ödev de bitti. Kaldı bir tane küçük ödev ve üç tane her biri en az onar sayfalık üç tane yazılı çalışma… Ağustos sonuna kadar ikisinin, Eylül sonuna kadar da diğer ikisinin verilmesi gerekiyor.

Yapmak sorun değil de iyi not almak istiyorum.

Bakalım artık…

Eylül sonuna kadar bir de kitap hazırlayacağım.

Onu da yaparım. Konuyu biliyorsam yazmak sorun değildir.

Daha önce de belirtmiştim; önceki bilgi birikimim olmasa bu tempoyu kaldırmak neredeyse mümkün değil… Benden 40-45 yaş kadar küçük öğrencilerin üçte biri birkaç dönemden sonra okulu bırakıyor. Felaket yoğun bir eğitim var. Katıldığım derslerdeki sınıflarda da bu durumu görmek mümkün. Sayı en az üçte bir oranında azalmış durumda…

Öğünmeyi sevmediğim gibi buna hakkım olmadığını da biliyorum. Önceki birikim olmasaydı ben de yapamayabilirdim. Çalışacaksınız, zaman ve enerji harcayacaksınız ama buna rağmen yapamayabilirsiniz. Üniversiteyi bırakanların bir bölümü de bu durumda, tembelliklerinden bırakmıyorlar.

Öğünmenin kötü bir yanı da vardır; insanı geriletir.

Nasıl oluyor, derseniz, şöyle: insan kendisini sürekli olarak başkalarıyla karşılaştırırsa –ki öğünmek karşılaştırmayı da içerir- en azından ilerleme hızı yavaşlar.

Başlangıçta öğünme olabilir ama görece ileri bir düzeye ulaştıktan sonra öğünmek zararlıdır. İnsan kendisini kendisiyle karşılaştırmalı, ilerleme ve gerilemeyi buna göre ölçmelidir.

İki sene önceki kendime göre belirgin bir ilerleme görebiliyorsam, bu iyi bir şeydir. Göremiyorsam, ilerleme durmuş demektir. Düşünüp nedenlerini araştırmak gerekir.

Ölçü bu olmalıdır.

“Sen de kendine devamlı iş yaratıyorsun” derseniz, haklısınız derim, ama bunları iş olarak görmüyorum. Zihinsel kapasitemi sürekli zorlamak hoşuma gidiyor.

İnsan kendisinde belirli özelliklerin varlığını hissetmesine rağmen bunları pratiğe geçiremezse, en azından geçirmeyi denemezse rahatsız olur. Ben öyle olurum mesela… Bu nedenle sürekli zorlanmaktan hiç rahatsız değilim.

Benzer bir durum kızım için geçerli.

Kapasite var, ben gelişmesinin yolunu açtım; gerisini yapan kendisidir.

“Bu kız senden bir şeyler almış” dediklerinde alınan sosyalizasyondan başka bir şey değildir. Kitaplar içinde yaşayan bir insan okuma alışkanlığı edinir ve bu da üniversite için önemlidir. 13-14 yaşında ilgiyle okuduğu Harry Potter’ın kitapları yayınlanıyordu. Her cildi alırdım ve yaklaşık 500 sayfalık kitabı bir haftada okurdu.

Ben de 11 yaşındayken evde bulduğum Heredot Tarihi’ni bitirmiştim. Kalın bir kitaptı ve şimdi hiçbir şey hatırlamıyorum. Önemli değil, önemli olan okuma alışkanlığıdır.

Günlük gazete girmeyen, dergi alınmayan, kitabın hiç ya da çok az bulunduğu bir evde büyüyen çocukla; bunların bulunduğu bir evde büyüyen aynı olmaz doğal olarak…

Üniversitede fizik gibi kazık bir bölümü 2,1 (79) ortalamayla bitirmek kolay iş değil… Şimdi yüksek lisansa başladı. Üç ders almış, herhalde hepsinden geçer.

Ayrılmış olduğum annesiyle birlikte yaşamayı kabul etmeyip ayrılıp bana geldikten sonra (orta ikideydi) müthiş bir gelişme gösterdi. Demek ki varmış bir şeyler, uygun ortam arıyormuş. Bundan sonrasını kendisi yapar artık…

Burada da öğünmemek gerekir.

Almanya’da Türkiyeli siyasilerin çocuklarının okul performansı hiç iyi değildir. Çoğu üniversiteye gidecek duruma gelemez, gelebilen de genellikle yarıda bırakıp ayrılır.

Almanya’da okul sistemi çok farklı, öğrenmeniz gerekir. Eğitim sistemi de çok değişik… Mesela tarih dersinde bir sürü tarih ezberlemek değil kavramlarla konuşmak gerekiyor. Mesela Fransız devrimi denildi mi tabii 1789’u bileceksiniz, ardından da parlamento, anayasa, insan hakları vb gibi kavramlar geliyor. Bunları bilmiyorsanız bir sürü tarih ve isim ezberlemenin anlamı bulunmuyor.

Hepimiz bambaşka bir eğitim sisteminden geldik, ama bu sistem burada geçmiyor. Zahmet edip farklı olanı öğrenmek gerekiyor.

Burada politik bilim bölümünde –yan bölüm sosyal psikoloji- ilk üniversiteyi bitirmek üzereyken, bitirme tezi konusu aldım ve ilk örneği yazıp götürdüm. Kadın profesörün söyledikleri tamamen doğruydu: “Bilgin iyi ama yazdığın salata gibi olmuş. Sistematik diye bir şey yok, her şey karmakarışık. Ne biliyorsan dökmüşsün ama böyle olmaz!”

Tamamen haklıydı!

Türkiye’de ODTÜ gibi bir üniversiteyi bile bitirmiş olsanız, lisede öğrendiğiniz sistem yıllarca peşinizi bırakmıyor. Ne biliyorsan ortaya dökmek bir şey anlatmak olmuyor.

Kolay iş değil bunu öğrenmek…

Üniversitede de belirli bölümlerde bu özellik bulunmuyor, mesela tarih bölümünde…

Yan bölüm olarak tarihi almıştım, sonra değiştirdim.

İlkçağ tarihi bölümünde dönemin en önemli iki kent devleti (Atina ve Sparta) inceleniyor. Atina demokrasi, Sparta oligarşi olarak görülüyor. Atina’da kadınların hiç hakkı yokken, Sparta’da kadınlar eşit haklara sahip. “Bu nasıl oluyor?” diye sorarsanız, tarihçinin cevabı yoktur, merak da etmemiştir.

Cevabı o dönemde Atina’da yaşayan bir felsefeci, Aristoteles vermiş: Sparta bir savaş toplumu… Denetim altında tutulması gereken köle sayısı Atina’dan daha yüksek. Erkekler bu nedenle ya sürekli savaştalar ya da askeri eğitimde bulunuyorlar. Toplumsal işleri kadınlar üstlenmiş durumda ve toplumda önemli işlev gördükleri için de geniş haklara sahipler (birden fazla erkekle evlenebilmek de dahil). Erkekler sürekli savaşta oldukları için ömürleri de kısa zaten… Bu nedenle Atina’da evden çıkması bile uygun görülmeyen kadın, Sparta’da aynı durumda bulunmuyor.

Bunu öğrendiğiniz zaman konuyu gerçekten anlamış oluyorsunuz.

Bu yılki yaz dönemindeki yoğunluk geçen yıldakinden fazla olacak…

Bakalım artık…

 

Neler yaptığını değil, yapacaklarını düşün…