Dolandırıcılık işleri... Yazdır


Çiftlik Bank CEO’su Mehmet Aydın binlerce kişiyi dolandırdıktan sonra Uruguay’a kaçmış ve oradan da dolandırdıklarına “geçmiş olsun” mesajı göndermiş.

Doğrusu kibar adammış!

Dolandırıcılığı sırasında ortaya attığı orijinal fikirlerden bir tanesi, Türkiye’de dünyanın en büyük sığır çiftliğini kurmakmış.

“Bu kadar sığırı nereden bulacaksın?” diye soranlara, Uruguay’dan “Bana özür borcunuz var” diye sesleniyor.

Bu işlerin tarihi hayli eskidir ve bankerler dönemine kadar uzanır.

Özal zamanında piyasada çok sayıda banker türemişti, yüksek faiz verecekleri vaadiyle bol miktarda para topladılar; ardından kimisi kaçtı, kimisi iflas etti, verilmiş olan paralar da uçup gitmişti.

Bunların en meşhuru, adını yanlış hatırlamıyorsam eğer, Banker Yalçın idi. Dolandırıcılıktan hapse girer. Hapishanede koğuş arkadaşlarını, gardiyanları ve hatta hapishane müdürünü bile dolandırır.

Büyük yetenek!

Yıllar önce gazetede bir dolandırıcının mahkemesini okumuştum.

Hakim soruyor:

“Bu kadar kişiyi dolandırmaya utanmadın mı?”

“Memleket keriz doluysa ben ne yapayım hakim bey?”

Hakim ne cevap vermiş, bilmiyorum.

Almanya’da islamcı sermaye de zamanında çok kişiyi dolandırmıştı. Bunu Mülteciler Göçmenler kitabında anlatmıştım. Öyle örnekler vardı ki, inanılır gibi değildi.

“Birlikte namaz kıldık, ona güvendim” diyor adam ve bankaya gidip yüz bin DM çekip veriyor. Karşılığında herhangi bir belge almıyor. Neden alsın, güven meselesi!

Adını hatırlamadığım bir tanesini hatırlarsınız: beyaz kefen giyip dolaşıyor ve “kefen paramı çaldılar” diyordu. Kayseri’de kendisini dolandırıp sonra da iflas gösteren holdinge gidiyor, adamı bir güzel dövüp gönderiyorlar.

Türkiye’de dini bütün holdingler ilk birikimlerini Almanya’dan topladıkları parayla yaptılar. Miktar tahmin edilemeyecek kadar yüksektir. Dolandırılanların sayısının daha yüksek olduğu, bir bölüm insanın nasıl dolandırıldığını açıklamaktan utandığı için sustuğu tahmin ediliyor.

Verdikleri para karşılığında sözleşme imzalayanları da başka bir sürpriz bekliyordu. Sözleşmede şirketin kazancına ve zararına ortak oldukları yazılıydı. Şirket zarar erip batınca ortalıkta kalmışlardı.

Meseleye sadece “dolandırılan vatandaş” olarak bakmamak gerekir.

Bunlardan “haram faiz-helal kazanç” vaadiyle para toplanıyordu. Kimsenin de aklına “Bu kadar yüksek faizi nasıl verecekler?” diye sormak gelmiyordu.

İslamcı holdingler malı götürdükten sonra insanlar uyandı ama oyun biter mi?

Bu kez Deniz Feneri çıktı ortaya…

Görünürde hayır kurumuydu ve hayır işleri için para topluyordu.

Ömrü uzun sürmedi çünkü Alman devleti duruma uyandı ve kurumun faaliyetlerine el koydu. Bu arada da dolandırılan dolandırılmıştı.

Deniz Feneri daha sonra “keriz feneri” olarak da anıldı.

Belki okumuşsunuzdur, İstanbul’da normal taksi çalıştıranlarla Uber adı verilen yöntemle taksicilik yapanlar arasında sürekli sorun yaşanıyor. Adamın birisi bir gazeteye konuşmuş ve demiş ki:

“Bize hırsızlık yapıyorlar diyorlar. Doğru! Bu memlekette hırsız olmayan mı var?”

Her hafta Cuma namazına gidildikçe, Kuran kursları ve imam hatiplerin sayısı durmadan arttıkça, Diyanet her gün bir fetva yayınladıkça hırsızlık ve dolandırıcılık artıyor.

Arada nasıl bir ilişki var acaba?