Yıldırım değil başkası kaybetti! Yazdır


İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin asıl kaybedeni Binali Yıldırım değil Recep Tayyip Erdoğan’dır. Sürekli olarak yaptırdığı anketlerden İstanbul’da kaybedeceklerini anladığı için kentin her ilçesinde miting kararını uygulamadı ya da açık olarak sahaya inmedi ama sürekli olarak müdahale etti. Bu seçimdeki iki rakip İmamoğlu ile Erdoğan idi. Yenilgiyi kabul etmiş görünüyor ve ilk adımda yapabileceği başka şey de bulunmuyor. Kaybedeceklerini biliyorlardı ama yaklaşık 800.000 fark yiyeceklerini düşünmemişlerdi. Bu kadar farkı genellikle kimse beklemiyordu.

İnsanlar haklı olarak seviniyorlar, ölçüsüz seviniyorlar demek daha doğru olur. Herkes haklı olarak başarıya susamış, 31 Mart seçiminden sonra çevrilen numaralara fena halde kızmış… Demokrasinin zaferini ilan edenler, AKP için çöküşün başladığını söyleyenler ve daha niceleri…

Önemli bir başarıdan sonra hemen uçmaya kalkmak bizde yıllardan beri değişmeyen alışkanlıktır.

AKP ve RTE kendi oyununun kurbanı oldu. Önemli de olsa sonuçta yerel düzeydeki bir seçimi genel seçim havasına soktular ve kaybettiler.

Neden böyle yaptılar, çünkü önceki yazılardan birisinde de belirttiğim gibi AKP içindeki çatlak dışarıdan göründüğünden daha derindir. Ülkenin en önemli kentinde yerel seçim zaferi kazanarak iç rakipleri bir süreliğine de olsa susturacaklarını düşündüler.

Seçim sonucu AKP içindeki çalkantının artacağı, ayrı parti kurmak isteyenlerin cesaretleneceği anlamına geliyor. Buradan hemen parçalanma doğmaz ama iç sıkıntıları artacaktır.

Bundan sonra ne olabilir?
Daha yumuşak bir üslup ve yönetim beklemiyorum. Daha da sertleşmeyebilirler ama belirgin bir yumuşamaya yöneleceklerini sanmıyorum. Kısa vadede durumu kurtaracak yeni bir zafer aramaları kuvvetle muhtemeldir. Ülke dışında yeni bir askeri harekata mı girerler, Temmuz’da teslimi yapılması beklenen S-400 alımını büyük zafer olarak mı sunarlar ya da içerde Kürtlerin yoğun yaşadığı yerleşim birimlerine yönelik büyük bir askeri operasyona mı girerler; bakalım, göreceğiz.

İstanbul’da CHP adayının kazanması, Erdoğan’ın kaybetmesi iyi oldu ama buradan büyük umutlara kapılmamak gerekir.

İstanbul seçimi ülkemizdeki bazı marksist-leninistlerin burunlarının ucunu bile göremediklerini de ortaya çıkardı. TKP’nin tutumundan söz ediyorum. 31 Mart’ta seçime katılan adayını çekmişti, 23 Haziran’a kısa süre kala da seçimde oy kullanmayacakları açıklamasını yapmıştı.

Neden böyle yapmıştı derseniz, hiçbir şey söylemeyen açıklamalarını bir kenara bırakın önce… Yanlış hatırlamıyorsam ilk seçimde 8000 oy almıştı adayları. İmamoğlu ile Yıldırım arasındaki oy farkı da azdı. Bu seçimi de İmamoğlu’nun kazanacağını ve oy farkının da yüksek olmayacağını düşündüler ve böylece TKP oylarının kıymeti de anlaşılacaktı; böyle bir hesap yaptılar. 800.000 farkı hiç düşünmemişlerdi. Halbuki seçimden önce ciddi şirketlerin yaptığı kamuoyu araştırmalarından önemli fark olacağı görülüyordu. 800.000 olmasa bile en az birkaç yüz bin oy fark bekleniyordu.

TKP, HDP ile aynı pozisyonda imiş gibi görünmekten de rahatsız oldu. HDP ile aksi yönde davranarak oylarını kıymete bindirebileceğini sandı ama olmadı.

TKP’nin sözünü etmeye değmez, ben de biliyorum…

Sözünü etmemin nedeni, marksist-leninistlerin diğerlerine göre daha büyük olan bu örgütünün sefil durumunu göstermektir.

Bu kadar “bilimsel” laf üretenlerden daha objektif durum tahlili yapabilmeleri beklenirdi.

Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasındaki sinir savaşı bitmedi, ikinci perde başlıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki yolsuzluklar, yandaş vakıf ve derneklere yapılan büyük bağışlar açıklanacak… Çok sayıda insan bunun yapılmasını isteyecek; sonuçları ve pazarlıkları izleyeceğiz bakalım…

Sosyalist sol oldukça zayıf durumdadır; sonuçta iyi oldu ama bunu da unutmayalım.