Bu kez erken oldu! Yazdır


Üç gün önce “Maske yardımı ve vize beklentisi” başlıklı yazıda Avrupa Birliği üyelerine yapılan maske yardımının bir süre sonra “vizeyi kaldırın” talebiyle bütünleştirileceğini açıklamıştım. Bu kadar çabuk doğrulanmayı beklemiyordum. Erdoğan 9 Mayıs Avrupa Günü vesilesiyle yaptığı açıklamada “Avrupa Birliği’ne tam üyelik” talebini tekrarlamış ve artık harekete geçilmesi gerektiğini vurgulamış.

AB ülkelerine vizenin kaldırılmasıyla tam üyelik daima birlikte varolan konulardır.

Yazıda da açıkladığım gibi AB üyeleri ya tepki göstermeyecekler ya da geçmişte olduğu gibi “Türkiye önemli ülke, konu üzerinde çalışmayı sürdürüyoruz” gibi sözler edecekler ve sonunda “O kadar da yardım ettik, nankör bunlar” denilecek…

Karşınızdakinin kafa yapısını anlamışsanız, neyi neden yaptığını da çözebilir ve her konuda olmasa bile bundan sonra ne yapacağını tahmin edebilirsiniz.

Burada gerekli olan farklı bir tarih anlayışına sahip olmaktır. Aynı anlayış Ortadoğu’yu anlamak için de geçerlidir.

Kısa sürede çok sayıda ve bir bölümü de birbiriyle çelişen olaylar olur. Çok sayıda gazete ya da internet yazarının yaptığı gibi her olayı yorumlayıp sonuç çıkarmaya kalkarsanız, kendinizle çelişkiye düşmeniz kaçınılmaz olur ya da ne yazacağınızı şaşırırsınız. Burada yapılması gereken her gün olup biten ve bir bölümü de birbiriyle çelişkili olayların akışına kapılmamak, onların altındaki sürekliliğe dikkat etmektir. Bu sürekliliği bulmak ise ayrıntılarla değil genelle uğraşmak sonucunu verir. Bu durumda her olay hakkında büyük sonuçlar çıkararak yorum yapmanıza gerek kalmaz, bazı olaylar genel çizgiyi yalanlar gibi görünse de kısa sürede bu durum ortadan kalkar.

Mesela Ortadoğu’da Suriye konusunda ya da Kürt grupları arasında anlaşma yapılmıştır. Burada genel ilke şudur ve çok sayıda anlaşmayla doğrulanmış bir ilkedir bu: Ortadoğu’da anlaşma uyulmamak için yapılır, gelip geçicidir ve bu geçicilik süresi de bazen çok kısadır. Bunu bilirseniz her yeni tutumda yeniden analiz yapmanız gerekmez.

Başka bir örneği barış konusunda yaşamıştım. O yıllarda “yumuşama süreci” vardı, barış yapılmıştı ve çok sayıda Kürt arkadaş gelecekten umutluydu. O kadar ki, Gezi’yi özellikle başlangıçta “Ergenekon oyunu” olarak değerlendirmişler ancak sonra tutumlarını değiştirmişlerdi.

İki konunun üzerinde durdum.

Birincisi; barış sadece dağlardadır, yerleşim yerlerinde ise barış yoktur. Her gün ölümler var, operasyonlar yapılıyor. Kısacası bu barış sınırlı bir barıştı.

İkincisi; devletin istediği barışla, devletin muhatabının anladığı barış birbirinden farklıydı. O dönem bunu anlatmak mümkün olmadı. Aynı kelime kullanılıyordu ama tarafların anladığı içerikler farklıydı. Devlet tarafı barıştan “silah bırak, teslim ol” anlıyordu ve bu da bir çeşit barış idi. Diğer taraf ise bunu kesinlikte kabul etmiyordu ve iki taraf da “barış” istiyordu.

Zamanında bu barışlar üzerine ne analizler yapıldı ve bir süre sonra hepsi geçersizleşecekti. O analizleri yapanlar bile ne yazdıklarını unuttular.

 

Burada geçerli olan, tekrarlasam, farklı bir tarih anlayışıdır. Sürekli değişen günlük olaylar altındaki sürekliliği görebilmektir.