Politik kimlik - edebiyat kimliği Yazdır


Bu iki kimliğin bağdaşması zordur, bizde özellikle zordur. Bir kimlik diğerini ezer, bazen görünmez duruma bile getirebilir. 20. yüzyılın başından beri sosyalist hareket edebiyatı sürekli olarak politikanın ihtiyaçlarına bağımlı kılmaya çalışmış ve sonuç büyük edebiyatlar için bile kötü olmuştur. En iyi örnek Rus edebiyatıdır.

Ekim devrimi öncesinde Rus edebiyatı dünya çapındaydı. Tolstoy, Dostoyevski, Puşkin, Gogol ve başka isimleri sayabilirsiniz. Maksim Gorki ile başlayan toplumcu gerçekçilik akımı bu edebiyatı geriletti. SSCB büyük edebiyatçılar yetiştiremedi. Şolohov ve Aytmatov dışında isim en azından benim aklıma gelmiyor. Edebiyat gelenekle yakından ilgili olduğuna göre, Sovyet edebiyatının devrim öncesindeki büyük birikimi ileriye götürmesi beklenirdi, tersi oldu.

Toplumcu gerçekçilik akımı edebiyatın sosyalizmin güncel ihtiyaçlarına göre gelişmesini öngörür ve sonuç edebiyatın sosyalizmin yozlaşmasına kendi katkısını yapması olmuştur.

Bilebildiğim kadarıyla sadece Küba bu edebiyat akımının dışında kaldı ve dahası “toplumcu gerçekçilik çok sayıda edebiyat paraziti yaratmıştır” saptamasını da yapabildi. (Bu belirlemeyi Küba Yazarlar Birliği İkinci Başkanı ile 1993’de Havana’da yaptığım ve Yazın Dergisi’nde yayınlanan söyleşiden aldım.)

Edebi ve politik kimlikleri dengeli olarak bağdaştırabilen yazarlarımız var: en bilineni Nazım Hikmet’tir, ardından Yılmaz Güney gelir. Boynu Bükük Öldüler romanının dışında sinemacıdır ama sinema ile edebiyat iç içe iki sanat dalıdır.

Fakir Baykurt başka bir örnektir. Romanlarının yanı sıra bir dönem TÖS başkanlığı yapmıştır.

Kısa süre önce hayatını kaybeden Demir Özlü de edebiyat belirgin olarak ağır basar ama politik faaliyetleri nedeniyle yıllarca sürgünde yaşamak zorunda kalmıştır.

Selahattin Demirtaş da bu kapsamda sayılabilir.

Demirtaş’ta edebi kimlik, politik kimliğin gölgesinden biraz zor çıkacaktır, bu alanda yoğun üretim yapabilirse belki…

Burada yanlış olan bir kimliğin üzerinden diğerini değerlendirmektir. Öne çıkmış politik bir kimlik edebiyatta da benzerinin olmasını gerektirmez. Burada ilkine dayanarak ikincisini olduğundan iyi değerlendirmek sık yapılan bir hatadır. İkincisi de olabilir yani tanınmış bir yazarın politik duruşunu edebiyatıyla karşılaştırmak ve ikisi arasındaki farkları eleştiri konusu yapmak…

Bu konuda yakın örnek Orhan Pamuk’tur. Bence iyi bir yazardır ama yazarlığını istedikleri politik kimliğe uymadığı için kötüleyenler de az değildir. Yazar olarak beğenmeyebilirsiniz ama bunu politik kimlik eleştirisi üzerinden ifade etmemek gerekir.

Şu sıralar biraz şımardım diyeyim. Eski bir öykümü yayınladım ve beğeni aldım, usta işi diyenler de oldu. Yazılması ve ardından yayınlanmasının üzerinden 35 yıl geçmiş ama böyle… Burada önemli olan sayı değildir, edebiyattan anlayanların, bu konuda üretenlerin, kitapları yayınlananların yaptıkları değerlendirmelerdir. Politik kimlikten hareket ederek de beğenebilirlerdi ama bunun edebiyat için anlamı yoktur. Bir alanda iyi olmanız diğerinde de öyle olmanızı gerektirmez.

Edebiyat ilham gelmesiyle olmaz, ciddi olarak çalışılması gerekir. Bir zamanlar çalışmış olmanız yetmez, kendinizi sürekli güncellemeniz gerekir.

Fakir Baykurt 1985’te yayınlanan ilk kitabım Bir İşçinin Dönüşü ile ilgili değerlendirme yazısında “İlk kitaplar genel olarak bir hiçtir” diyerek başlıyor ve benim bu kategoriye girmediğimi belirtiyordu. “Edebiyata çalıştığı belli oluyor,” diyordu. O çalışmanın güncellenmesi gerek; konuların yanı sıra teknik de değişmek zorundadır.

Bakalım artık…