Çebi'nin ardından... Yazdır


Hüseyin Hasançebi’yi (arkadaşları arasında kısaca Çebi diye bilinirdi) 77 yaşında kaybetmişiz. Almanya’da tanışmıştık. Duisburg’daki TSİP bürosunda birkaç kere gördüğümü hatırlıyorum, birkaç toplantıda birlikte bulunduk ama sohbetimiz olmadı.

Bana mı öyle geliyor, bilmiyorum; Ahmet Kaçmaz ve Çebi’nin son fotoğraflarına baktığımda yüzlerinde küçük olmayan bir yorgunluk gördüm. Denilebilir ki, yaş 80 civarı, yorgunluk olmasın mı?

Bir yandan doğrudur; hareketli ve zor bir hayatımız oldu. Çok kişi bu yaşlara varamadan aramızdan ayrıldı. Bu bakımdan 77 yaş da fena bir yaş değildir yani… Tamam, her ölüm erkendir ama tanıdığım o kadar çok insan 20’li yaşlarda öldü ki…

Bir bölümümüz de tesadüfen hayatta kaldık…

Başka bir yandan ise bu yorgunluğu kabullenemiyorum. İnsanları en fazla hayallerinin yıkılması yorar; büyük güven duyduklarının hiç de böyle olmadıklarını görmek yorar.

SSCB’nin yıkılması, dışarıdan saldırıyla değil de içerden çözülerek yıkılması çok insanı fena halde sarstı. Her ne kadar “mücadele sürüyor” denilse ve insanlar elinden geleni yapmaya çalışsa da, sarsıntı ağırdı ve bundan kurtulmak zordu.

Bu sarsıntıdan kurtulmanın, onu geride bırakabilmenin tek yolu vardır; başarı.

Yeniyi tam olmasa bile üretirsiniz, böylece eskiyle aranıza teorik sınır çekersiniz ve ardından yenide başarı sağlarsınız.

2000-2005 yılları arasında PDS (Demokratik Sosyalizm Partisi) Frankfurt il yönetiminde bulundum ve eski sosyalistleri tanımak fırsatı buldum. Bu arada eski Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nden gelen kişilerin çok sayıda konferansına katıldım. Bunlar solda kalmış insanlardı.

Bunların yaşadığı yıkım yanında bizimki nedir ki?

DAC bir ülke olarak ortadan kalktı; sosyalizm öncesinde de yoktu, sonrasında da bulunmuyor.

Büyük iddiaları vardı; farklı bir Alman ulusu yaratmaya çalıştılar, başaramadılar.

45 yıllık sosyalizmin ardından bu bölgede yapılan ilk seçimde Hıristiyan Demokratlar en büyük parti olacaktı.

Partinin değişik kademelerdeki yöneticilerinden birkaç tanesinin intihar ettiğini biliyorum.

45 yıllık hayatlarında esaslı işler de yaptılar. Mesela yıllarca Küba’nın bütün şekerini alıp karşılığında süt tozu verdiler. Çok sayıda Kübalı öğrenci DAC’de eğitim gördü. Küba’nın sağlık alanındaki başarısında bu eğitimin payı vardır.

DAC’nin istihbarat şefi (Markus Wolf idi yanlış hatırlamıyorsam) tanınmış bir kişiydi. İstihbarat alanında önemli başarıları vardı. ABD’nin kendisine getirdiği teklifi; yüksek aylık maaş, lüks bir ev, karşılığında istenen ise yöntemlerinizi bize öğretin idi; reddetti.

Almanya komünistlerinin Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’ten beri en yetenekli iki önderi Hans Modrow ve Gregor Gysi PDS’in örgütlenmesinde önemli rol oynadılar.

Gysi’yi 1990’lı yılların başlarında Frankfurt’ta dinlemiştim ve ağzım açık kalmıştı. Kalabalık toplantıda herkes adama laf atıyordu ve o hiç sinirlenmeden hepsine cevap veriyordu. İnanılmaz bir yetenekti.

O yıllarda Hıristiyan Demokratlar bir açıklama yapıp, Gysi ve Modrow’u partimizde görmekten memnuniyet duyarız, diyeceklerdi.

Giden olmadı tabii ama yetenek takdir ediliyor.

Angela Merkel de DAC kökenlidir ve oradaki partinin (SED) gençlik örgütündendir.

DAC döneminde yapılan küçük olmayan hatalar da vardı. Bunlarla ilgili tarihi merak edenler 1989 Berlin Duvarı kitabını okumalıdır (www.enginerkinerkitaplar.blogspot.com adresindedir).

Reel sosyalizmin tarihini öğrenmeye beni bu insanlarla birlikte yaptığım çalışma yönlendirdi diyebilirim. Kimse benden böyle bir şey istemedi ama tarih beni çekiyordu. Ağır bir yükün altından kalkabilmiş olmalarının bence en önemli nedeni, başarıydı. Geçmişi değerlendirmişler, aşabilmişler ve yeni anlayışları doğrultusunda ilk başarıları kazanmışlardı. Eksikleri tabii ki vardı ama yapabilmişlerdi.

Almanya’da 1933 sonrasında, Nazilerin iktidara gelmesinden sonra geçen uzun yılların ardından ilk kez kitlesel sol bir parti kuruluyordu. Bütün yok sayma ve dışlama çabalarına rağmen…

DAC’de yıllarca çalışmış, Berlin Duvarı’nın yıkılmasını ve DAC’nin sona ermesini yaşamış insanların yüzlerine baktığınızda yorgunluk göremezdiniz.

Ne olduğunu anlamaya çalışmışlardı, geçmişi aşabilmek için bu çok önemliydi ve bunu başkalarına anlatıyorlardı.

Geçmişin hatalarını, eksiklerini açık olarak ifade ederlerdi.

Bu insanların konferanslarını kaçırmadım ve benim için büyük şanstı denilebilir.

Reel sosyalizmin tarihini yoğun şekilde öğrenmem o zaman başlar…

Bu arada Goethe Üniversitesi’nde politik bilim okuyordum ve reel sosyalizmle ilgili dersleri özellikle alıyordum. Bitirme tezim de Bulgaristan’da sosyalizmden kapitalizme geçiş olacaktı…

Durumu anladığınız ve bundan sonra ne yapılabileceği konusunda yaklaşık da olsa karar verebildiğiniz zaman geçmişi aşıyorsunuz, yorgunluk kalmıyor.

Düşmez kalkmaz bir Allah’tır sonuçta…

Marifet düşmemekte değil, kalkabilmektedir…

Çebi 1990 sonrasında sol politikadan çekilmedi. Ardı ardına gelen solda birlik çabalarının başarısızlığından herkes gibi o da moral olarak iyi etkilenmemiştir.

Ne yapalım, öyleyse öyledir; biz de başka şeyler yaparız…

Yapılacaklar ve başarılabilecekler o kadar çok ki…