Devam... Yazdır


Dört gün yeterli oldu, şimdi izni bitirip devam edebilirim.

Yıllardan beri izin yapmamış olmamı hayretle karşılayanları ben de hayretle karşılarım. İzin benim için başka konularla uğraşmaktır. Hiçbir şey yapmak istemediğim gün enderdir. İzin için mutlaka yer değiştirmek gerekmez, bazen istersiniz ve değiştirirsiniz ama her durumda bir hafta doldu mu beni sıkıntı basar. İnsanların mesela üç hafta yüzmek ve eğlenmek dışında bir şey yapmamış olmalarını anlayamam…

Her şeyi anlamam şart olmadığı gibi, beni de herkesin anlaması gerekmiyor.

İkide bir sağlığımı soranlara kızmaya başladığımı belirtmeliyim. 71 yaşındayım ve önemli sağlık sorunum bulunmuyor. Çıkarsa, gizlemem, haber veririm.

Bazılarınıza garip geliyorsa, varsın gelsin, ne yapayım yani…

Bu dört günde eskiden yaptığım geleceğe yönelik planları gözden geçirdim, bazılarını değiştirdim. Bu arada sol içi şiddet konulu kitabın genişletilmiş ikinci baskısını neredeyse bitirdim. Son bölümleri yazarken önemli bir konuya kafam takıldı. Hiç üzerinde durulmamış bir konudur bu: dinin sola etkileri.

Topluma etkilerinden söz etmiyorum, sola ya da devrimci harekete etkileri…

Devimci hareketin insanlarının tamamına yakını kendisini ateist olarak tanımlar ama bu durum dinin onların üzerinde etkisinin bulunmadığı anlamına gelmez. Her tarafından şiddet fışkıran bir toplumdan doğan solun şiddetten azade olması nasıl mümkün değilse, dini değerlerin önemli yer tuttuğu toplumsal bir kültürde sosyalize olan insanların da, devrimci harekete katıldıklarında bunu tümüyle arkalarında bırakmaları mümkün değildir. Bu etkinin bilincinde olunmayabilir, ki böyledir ama vardır.

Bu konuda birkaç sayfa yazdım, sonraki yazılarda paylaşırım.

İkinci olarak insanların bir bölümüyle ilişkiyi iyice sınırlandırmaya, bazılarıyla kesmeye karar verdim. İlişki sürdürmenin anlamı yok, insanlar bitmiş, kötü insanlar değiller ama kısacası bitmişler. Fark ettim ki, geçmişi konuşmak beni yoruyor. Yapılan o kadar çok şey var ki, bunları yeniden hatırlamak beni yoruyor. İnsan yeni başarılar kazanmak istiyorsa, eskilerini geriye itmelidir.

Bir başka konu olarak şöyle düşündüm: çok üretmek önemlidir ama sadece çokla olmaz; çoktaki kalite de önemlidir ve daha fazla önem verilmesi gerekir.

Buna eskiden beri dikkat ederdim ama artık daha fazla dikkat edeceğim. Üretilenlerin, yapılanların bir bölümü yıllar sonrasına kalmalıdır. Bunların neler olacağını bilemezsiniz ama kaliteye önem verdiğiniz oranda bu alanda başarı şansı da artar.

İki tane tarihte yer etmiş olan var: Türkiye Devriminin Acil Sorunları (TDAS) ve Yazın Dergisi. İkincisinin yeri ağırlıkla kültür sanat alanındadır. Bunlar geçti, yenilerinin eklenmesi gerekir.

Alt emperyalizm konusu ve kitapları bunlardan yenisi olacak gibi görünüyor.

Sosyalist ülkeler tarihiyle ilgili kitaplar da keza…

Bakalım artık…

Eskiden beri sözünü ettiğim ama başlayamadığım devlet konusuyla ilgili olarak çalışacağım.

Marx-Engels’i tekrarlamaktan başka bir şey yapmayanlar artık laftan başka şey üretmiyorlar; o kadar ki, soruları bile göremiyorlar.

İşçi sınıfı devrim sonrasında burjuva devlet yapısını parçalayıp kendi devletini kuruyor ise, sosyalizmden kapitalizme geçiş devlet yeniden örgütlenmeden nasıl mümkün olmuştur?

SSCB 1956’den sonra revizyonist oldu diyerek soruya açıklama getiremezsiniz. İddianızın doğru olduğunu varsaysak bile, o zaman da devlet yeniden örgütlenmemişti.

Şu 70 yaş belirlemesinden biraz kurtulur gibi oldum ve bunda da ters ve hatta alaycı davranmamın etkisi olsa gerektir.

“Yaş 70, iş bitmiş!” biliyorsunuz meşhur laftır.

Hangi iş bitmiş, diye sormak gerekir.

Türklerde erkek ve kadınlarda biten “iş” özellikle cinselliktir.

Sürekli olarak kendine yatırım yapmaya önem verdim. Bu yatırım kabaca ikiye ayrılabilir: beyne yatırım ya da sürekli öğrenmek ve bedene ya da sağlığa yatırım.

Bir şey yapacaksanız, bunu –beyin dahil- bedeninizle yapacaksınız. Beden çökmenin eşiğine gelmişse, gelecekle ilgili yapacağınız planların anlamı yoktur.

40’lı yaşlardan başlayarak sağlığınıza yatırım yapmışsanız, cinsellik 70’li yaşlarda da sürer. Aksi durumda 60’lı yaşlarda sona erer.

Çok sigara ve içki içenlerde, şişman olanlarda, hayatını kadın peşinde koşmakla geçirenlerde bunu görebiliyoruz. Beden çökmenin eşiğine gelmiş ve neden böyle oldu diye de merak edilmemesi gerekir. Bu hayatın sonucunun böyle olacağını önceden bilmeniz gerekirdi. Mutlaka biliyordunuz, ciddiye almadınız.

Son olarak dört günde Orhan Pamuk’un Veba Geceleri’ni okudum, bitmedi ama bu hafta biter.

Kitabın başında da belirtildiği gibi bu “roman biçiminde yazılmış bir tarihtir”. Osmanlı tarihinin İkinci Abdülhamit dönemi anlatılırken, roman gerçekliği olarak olaylar hayali bir adada geçer. Bu arada dönemle ilgili çok sayıda bilgi de verilir.

Keşke böyle bir roman sosyalist bir toplumun çözülmesi ve ortadan kalkmasıyla ilgili olarak da yazılabilseydi… Ülke ve kişiler hayali olabilir ama çok sayıda gerçek ve ayrıntılı bilgi de aktarılabilirdi.

Ne yazık ki sosyalist günlük hayatla ilgili yazılmış çok az kitap vardır. Bunun önde gelen nedeni sosyalist toplumun sadece politik olarak incelenmesi, etnolojik incelemenin yeni olmasıdır. Günlük hayat, duygular, beklentiler ve benzerleri politik incelemenin konusu olamazdı.

Sosyalist toplumların bu yönden incelenmesi maalesef yeni başlıyor.

Bu incelemenin bir bölümünü yakında internette yayınlanacak olan Bulgaristan ve Romanya’da sosyalizmden kapitalizme geçiş konulu kitapta aktaracağım ama belirttiğim gibi konu görece yenidir.

Yeniden başlarken bu kadar…