mihrac ural, yeni itiraflarını bekliyoruz! Yazdır


Biz sıkıştırdıkça Mihrac Ural dökülüyor, daha doğrusu dökülmek zorunda kalıyor.

Yöntemimiz belli: Yalanı ortaya çıkarmanın en iyi yolu, somut soru sormak ve ayrıntıya inmektir.

Aylardır ne söylüyordu Mihrac Ural: “Beni üç hafta boyunca Ankara ile İstanbul arasında dolaştırdılar.”

Sorduk: Mesela nerelere götürdüler?

Sıkışınca Mihrac Ural ya da Dansöz Zennube hemen başka bir söyleme atladı:

“Beni Ankara’dan doğrudan İstanbul’a götürdüler.”

Hangisi doğru, ilki mi yoksa ikincisi mi?

Bir konu açık: Mihrac Ural yalancının birisidir. Yalan onun karakterinin bir parçasıdır. Bugün böyle gerekir bu yalanı söyler, yarın başka türlü gerekir başka bir yalan söyler.

Hele bir yalanı var ki, düşman başına…

İnsan çok yalan söyleyince söylediği yalanları unutur.

Bu nedenle kendisine tavsiyem, bir yalan defteri tutmasıdır. Böylece kendi kendisini yalanlamaktan biraz olsun kurtulabilir.

“Seni Antakya’ya neden götürmediler?” sorusu Mehrac Ural’ı can evinden vurmuş!

Diyor ki, “benim orada davam yoktu.”

İnsanları gözünün içine baka baka salak yerine koymak bu adamın huyu!

Durumu o kadar sıkışık ki, yapabileceği başka bir şey yok!

Olur ya, bu söze inanacak birkaç salak bulunur belki…

Mehrac Ural ile birlikte yakalanan ve hayatlarında Antakya’yı görmemiş olan Binbaşı ve Rezzan bu kente götürülüp, Samandağ banka soygununa dahil edilmeye çalışıyorlar. Ama Mehrac Ural için böyle bir şey söz konusu olmuyor!

Neymiş, bu kentte davası yokmuş!

Biz mahkemeden değil polisteki gözaltı sürecinden söz ediyoruz!

Adam ne yapsın, göz göre göre çarpıtmak zorunda!

Başka çaresi yok… Yok, başka çaresi yok…

Aynı şeyi İstanbul için de tekrarlıyor. İstanbul’dan başka yerde davası yokmuş!

Bak sen!

Hatırla evladım hatırla…

Temmuz 1979, İstanbul’da 1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesindeyiz.

Beş kişiyiz. İstanbul’da ve başka illerde de sıkıyönetim ilan edildiği için davamız yeniden İstanbul’a kaldırılmış. Hepimiz değişik cezaevlerinden getirilmişiz. Ben Aydın’dan, Ali Afyon’dan, sen Denizli’den, İbrahim Adapazarı’ndan ve Muharrem de İzmit’ten…

1 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi’ndeki ilk duruşmamızda avukat sen ve İbrahim Yalçın için tahliye talebinde bulundu.

Mahkeme senin tahliye edilmene karar verdi.

Demek ki neymiş?

Sıkıyönetim Mahkemesi, Acilciler İstanbul davasında Mihrac Ural için dikkate alınabilecek bir suçlama göremediği için tahliyesine karar vermiş.

Ağlayıp zırlaman boşuna Mehrac Ural…

Askeri mahkeme bile senin tutuklu kalmana gerek görmemişti…

Görmemişti ama sadece İstanbul’da davası olduğunu iddia eden sen, İstanbul’da tahliye kararı verilmiş olmasına rağmen, tahliye olamamıştın.

Neden?

Çünkü başka çok sayıda mahkeme hakkında tutuklama kararı vermişti.

En az 200 kişinin ifadesinde senin adın geçiyormuş!

Buna sebep olan da sensin…

Herkesi dolaşıp, “bu örgütün lideri benim” demişsin. Yakalananlar da en başta seni söylemişler…

Antakya’dakiler dahil…

Yani sadece İstanbul’da davan yoktu. Bu nedenle de İstanbul Selimiye Askeri Cezaevi’nden sevke gittin. Tam hatırlamıyorum ama galiba Niğde’ye gittin. Neyse burası önemli değil… Önemli olan, İstanbul’da tahliye kararı verilmiş olmasına rağmen, senin tahliye olamamış olmandır.

Yalan söylerken biraz dikkatli ol soytarı!

Herkesi aptal yerine koyan ancak kendi aptallığını sergilermiş…

Haydi artık, bizi daha fazla uğraştırma da dökül bakalım…

Ne söylesen yalanını yüzüne çarpıyoruz.

Biliyoruz, 32 yıl sonra söylemek zor, ama söylemeye çalış…

Hepsi beş hece söyleyeceklerinin…

BEN BİR PO-Lİ-SİM

BEN BİR PO-Lİ-SİM

Polisle anlaşma yapana polis denilir. Ne tür bir polissin, Nebil’i yakalatmanın dışında gizli kalmış başka hangi marifetlerin var, onları da yavaş yavaş ortaya çıkarıyoruz.

Yeni itiraflarını bekliyoruz!

Hecelemekte zorlanırsan, Malak’a söyle, sana yardımcı olur!

 

 

Bugün, 15 Mayıs Cumartesi günü ROJ TV’deki Medya Kritik programındayım. Yayın saati Avrupa için 13.00, Türkiye için 14.00’tür.

İzleme imkanı olan ve ilgi duyan okurlara duyurulur.