Düş ve gerçek / 7 |
İdris Köylü tarafından yazıldı |
Salı, 01 Ağustos 2017 15:05 |
Şu yaz sıcağında sonu gelmez, üst perdeden tartışmalara konu “edebi kuramlar” konusunda ne kendi kafamı şişirmeye ne de sizin başınızı ağrıtmaya niyetliyim. Olan, olduğu yerde kalsın. Hayat yaratılan suni gündemleri silip süpürüyor, bildiğince akıp gidiyor, içinde olmayan, ona kan can vermekten uzak hiç kimseyi iplemeden… Hafifliğin yıkıntıları kokmuş çöp yığınları gibi burnumuzun dibinde sağa sola savrularak paçalarımıza yapışsa da… Hafiflik dedim de… Gece fırtına koptu… Yağmur sicim gibi iniyor. Şimşekler, intihar dalışı yapan kamikazeler gibi çapraz vuruyor caddeye, kocaman binaların tepelerini yalayıp geçiyor. Rüzgâr, gurbetten acı haber getiren tren sesleri gibi acı acı uğuldayarak şehri ayağa kaldırdı… Köklerinden kopmuş koca kütükler derebeyi kırbacı sırtında şaklayan zavallı köleler gibi itirazsız, sürüklenen yöne doğru kör kütük devriliyorlar. Hayatın devinimi gibi izliyorum doğanın devinimini… Bir iki dal birkaç yapraktan ibaret, köklerini toprağa salmış çelimsiz filizler fırtınanın onca hışmına rağmen köklerini terk etmiyorlar. Onları köklerinden sökmeye yeminli fırtınaya karşı filizlerin direnişini, kuğuların dansını izler gibi izliyorum. Onlar fırtınaya karşı, yeşil berrak sularda yüzer gibi dans figürleri çiziyorlar. En uçtaki dal balerin zarifliğinde yapraklarını kökleriyle buluşturuyor, kalkıyor, doğruluyor, hayır doğrulmadan bir başka figürle saçlarını geri atıyor, diğer filizle omuz omuza veriyor, yarım daire çizerek uzağındaki filize uzanıyor… Yeniden… Iıhh… Hareketler öylesine çabuk, seri, öylesine girift ki bir figürden sonrasını izleyemiyorum, karıştırıyorum… Net olarak gördüğüm şey bellerini kırmaya, onları köklerinden sökmeye yeminli fırtınaya karşı yüzlerindeki gülümsemenin hiç eksik olmadığıydı… Bu hayranlık abidelerinin dansını izlerken sol omuz başımdan davudi sesi, çocuksu gözleriyle “ acıyorsam sana anam avradım olsun, ama aşk olsun sana çocuk aşk olsun” diyen Can Yücelin sesi yankılanıyor caddelerde… Sabahın ilk ışıkları vururken cadde karma karışıktı. Kökleri toprakta olmayan ne varsa her şeyi fırtına akıntıya kapılmış hayvan leşleri gibi sağa sola savurmuş, bazılarının başları kıç, bazılarının kıçları baş olmuş koca gövdeler kaldırıma yaslanmış, bazılarının feleği şaşmış nereye savrulacağını bilmez durumda ortada kala kalmışlar… Fırtınanın dehşeti o ay “sanat ve edebiyat” dergilerin konusuydu… Şair-i azamlar, ünlü şairler, burnundan kıl aldırmaz öykücüler, kaleminden kan damlayan romancılar… Makaleler, şiirler, karikatürler, atışmalar, çekişmeler… İlk kapağını kaldırdığım derginin “çok okunan” yazarının başyazısını iştahla, açgözlüce okumaya başladım. Anlamadım tabi ki… Bu kadar ünlü bu yazar bu ününü anasından getirmedi ya, hak ettiği bir ündü bu ve ben bu kadar derin edebi bilgiye sahip bir yazarın yazısını bir okuyuşta anlayabilecek yetkinlikte değildim tabii ki… Kitapları yüz bin basılan, yayınevlerinin kitaplarını basmak için sıraya girdiği yazarımızın bu derinliğine bir kez daha saygı duyup şapka çıkardıktan ve yazıdan öğreneceğim çok şey olduğuna bütün kalbimle inanmış olarak yazıyı saygıda kusur etmeyerek yeniden okumaya başladım. Yavaş yavaş sindire sindire… Bu yazı bana göre fazla derindi ve ben ne dediğini anlamakta cidden zorlanıyordum. Edebi bilgimin yetersizliğini şüphesiz biliyordum da bu kez düştü mü içime bir kurt… Acaba, zeka düzeyimde de bir sorun olmasındı… Hemen aynanın karşısına geçip kaşımı gözümü oynatarak yüzümün ifadesine baktım, bir gözümü kırpıp diğerini kocaman açtım, dilimi çıkarıp başımı öne uzattım. Elimin parmaklarını açarak kulaklarıma koydum… Acı gerçeği fark etmiştim. Benim zekâ sorunum vardı ve koca yazar elbette benim düzeyimdeki birisi için yazmazdı ya… Anladığım tek şey filizlerin fırtınaya karşı kuğu gibi yüzmeleri de neyin nesiydi, fırtınanın gazabını çekmek yerine onu öfkelendirmeleri bu yıkımın sebebiydi… Buna da şükür de, filizlerin kuğu yüzüşleri benim çok hoşuma gitmişti… Demek ki yanılmışım, demek ki fırtınaya bir “hoş geldin partisi” düzenlenseydi bu yıkımın önüne geçilebilirdi.
|