Tarihin tozlu raflarında gizlenmiş Kızılbaş Alevi katliamları (1) Yazdır


Osmanlı döneminde olduğu gibi, 95 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca da toplumun öteki kabul edilen kesimlerine karşı çeşitli katliamlar gerçekleştirilmiş, bu katliamlarda onlarca, yüzlerce, binlerce insan yaşamını yitirmiştir Türkmen ve Kürt Kızılbaşları da bu süreçte soykırıma kadar uzanan katliamlara maruz kalmışlardır. Bu toplu katliamlarda genellikle ırkçı ve dinci propaganda ile zehirlenmiş yöre halkı kışkırtılarak Alevilere katliamlar uygulanmış geride kalanlar ise göçe zorlanmıştır.

Ben bugün Muğla-Ortaca, Hatay-Kırıkhan 1971 ve Malatya katliamlarını kısaca değerlendireceğim.

2 Haziran 1966 Ortaca (Muğla) Katliamı

Bu topraklarda birçok katliam yaşandı. Bunların bir kısmı geniş kitlelerce biliniyor, anılıyor, hesap verilmesi isteniyor; bir kısmı ise nispeten az biliniyor. Bu katliamlardan biri de 2 Haziran 1968 günü başlayan Tahtacı Kızılbaşlara yönelik gerçekleştirilen Ortaca katliamıdır. 12 gün süren çatışmalarda ne kadar insan öldüğü tam olarak bilinmiyor. Dönemin karanlıkta kalmış/bırakılmış Alevi katliamlarından birisidir Ortaca katliamı.

Osmanlı kayıtlarında “Cematı tahtacıyan” olarak geçen ve genel olarak “tahtacılar” olarak adlandırılan Türkmen Aleviler, 11. Yüz yılda Anadolu’ya göç eden “Ağaçeri” soyundan gelen bir topluluk.

Genel olarak Anadolu’ya göç ettikten sonra yoğun olarak Toroslar bölgesine (Akdeniz) yerleşen göçebe topluluk, ağaç işleriyle uğraştıklarından dolayı “Tahtacılar” olarak anılıyor. Göçebe süren yaşamları gereği eğitimden ve yol, su, elektrik gibi hizmetlerden yoksun bir hayat sürdüklerinden, dışlanmış ve hor görülmüşler.

Gayrimüslimlere tahakkuk ettirilen vergiler ödenemeyecek kadar yüksektir ve birçoğu bu vergileri ödeyemezler. 27 Ocak 1943 tarihinde vergilerini ödeyemeyen gayrimüslimler için başta Eskişehir/Sivrihisar, Erzurum/Aşkale olmak üzere değişik yerlerde hazırlanan çalışma kamplarına gönderilirler. Aşkale’ye gönderilen 1229 mükelleften 21’i, Kötü hava koşulları ve yetersiz bakım (kayıtlara göre) yaşamını yitirir.

O dönemdeki çalışma kamplarından birisi de Muğla/Dalaman'da kurulmuştu. Dalaman'da kurulan kamp yerinde Tahtacılar yaşamaktaydı. Kampın kurulması için bölgede yaşayan Tahtacılar önce yakında olan Fevziye köyüne gönderildi. Fevziye köyü de tahtacıların yerleşim bölgesiydi. Fevziye köyü küçüktü ve bu nüfusu kaldıramadı. Dalaman'dan Fevziye’ye gönderilen Tahtacılar buradan da şu anda “Ortaca” olarak bilinen eski adı “Oritenya” olan bölgeye gönderildiler/sürüldüler.

Gönderildikleri bölge bataklıktı. Tahtacılar çalışarak bölgedeki bataklığı kurutup tarıma elverişli hale getirdi. Bölge zenginleşti, yerleşim/nüfus arttı. Bölge yeni bir yerleşim alanına dönüştü. Böylece bugünkü Ortaca ilçesinin temeli atılmış oldu.

1960 başlarında Fevziye köyünün çok yakınında bulunan ve o dönemdeki adı “Kızılyurt” olan Güzelyurt bölgesinde yaşayan Sünnilerin Ağasına Fevziye köyü ile Ortaca arasındaki büyük bir bölge/arazi devlet tarafından verilir. Karşılığında Fevziye köyünde bulunan bir bataklığın kurutulması gerekmektedir ve ağa bu işlemi yerine getirmez. Bataklığın kurutulma işlemi yapılmadığından Fevziye köyünde yaşayan Alevi Türkmenlerle ağanın aşireti Nurcu Sünniler arasında küçük çatışmalar başlar.

Olaylar Başlıyor

12.06.1966 tarihinde Fevziye köyünden bir adam ve eşi odun toplamak amacı ile Kızılyurt yakınlarındaki ormanlık araziye girer. İddiaya göre, bunu gören Kızılyurt köyünden 5 Sünni, "Alevilerin namusu olmaz" diyerek bu iki kişinin arkalarından gitmiş, ardından adamı bir ağaca bağlayıp onun gözlerinin önünde eşine tecavüz etmişlerdir. Adam ve eşi köye dönünce durumu anlatır. Bunun üzerine Fevziye halkı, Kızılyurt ağasının mekânını basar.

Bu nefret ile geçen zaman sonrasında olaylar büyür ve Kızılyurt'takiler Dalaman Çayı kenarında pamuk toplayan kadın ve çocukları öldürüp hasırlara sararak çaya atarlar ve etraftaki 16 Sünni köyü ile birleşerek sayıları 700-1000 arası olduğu ifade edilen silahlı erkek "yeşil bayrak" altında toplanır. "Bu topraklar bizimdir, Tahtacılar dağınıza gidin", "Bir Tahtacı öldüren cennetliktir" sloganları ile Ortaca merkezine yürümeye başlarlar. Ardından bu topluluk içinde Alevilerin bulunduğu bir sinemayı basar ve burada 2 kadına tecavüz ederler. Kaçmayı başaran Aleviler kurtulur. Sinema, sahibi ile birlikte yakılır.

Ortaca’nın ilk belediye başkanı Ziya Çavuş makamında grupça yakalanır, zorla saç ve sakalı kesilir, bir belge imzalattırılarak makamından alınır ve yerine saldırganlarca Sünni biri atanır. (O tarihten bugüne kadar Aleviler Belediye Başkanı olamamıştır.) Hiçbir güvenlik görevlisi müdahalede bulunmaz. Alevi Türkmenler bu baskını beklemediği için şaşkındır ve kaçmaya çalışırlar.

Dönemi yaşayan bir Alevi olay gününü şu şekilde aktarmaktadır: “Uzakta yeşil bayrağı görünce durumun farkına vardım ve dayıma hadi gidelim dedim. Gitmeye vaktimiz olmadığı için bir dükkâna saklandık. Gelen dumanların ne olduğunu ancak olay bitince anladık."

Ardından 12 Haziran günü odun toplamaya çıkan Alevi aileye dört kişi saldırır, erkeği ağaca bağlayıp eşine tecavüz ederler. Ertesi gün olayı öğrenen Aleviler Ağanın köyünü basarlar, çatışmada bir Sünni ölür. 16 Haziran'a kadar devam eden çatışma ve baskılar sonucu birçok Alevi Türkmen bölgeyi terk etmek zorunda kalır. Kalanlar ise silahla nöbet tutarak çatışmaların bitmesini bekler. Bu süreçte Ortacalı Kızılbaş kadınlar da savunma amaçlı olarak silahlanırlar.

Dönemin yöneticileri olaylarla ilgili şu yorumları yapmışlardır; Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay: “Türkiye Laiktir. Sünnilik-Alevilik yoktur, halk itikatını kendisi ayarlayabilir.” Başbakan Süleyman Demirel: “Olaylar münferit vakalardır.” İçişleri Bakanı Mehmet Faruk Sükan; “Türkiyemizde sureti katiyede bir mezhep kavgası olamaz”. Muğla Valisi Hasan Basa: “Mezhep çatışması yoktur. Irza geçme iddiasının da olayla ilgisi olmayan münferit bir hadisedir.”

Tarih 16 Haziran 1966 Hükümetin yalanladığı Alevi –Sünni çatışması sürüyor. Çatışmaların ilk gününde Sünniler tarafından yıkılan Kızılyurt ile Fevziye arasındaki köprü ikinci kez yıkıldı. Aleviler elde silah nöbet tutmaya başladı.

Dönemin MP Ankara Milletvekili Hüseyin Balan Ortaca da yaşananlar için hükümete gensoru verdi. Altı maddelik gensoruda:

1-Ankara Altındağ da din dersi veren öğretmen aleviler dinsizdir diye söyleyince itiraz eden alevi öğrenciyi bayıltıncaya kadar dövmüştür.

2-Ankara da 4 sinemada birden gösterime giren ‘’Turist Ömer’’ filminin bir sahnesinde kız kardeşiyle münasebette bulunan Ömer’e komiser rolündeki şahıs ‘’Ulan sen Kızılbaş mısın’’ sözünü söylemiştir.

3-İstanbul da evlenen bir genç 17 günlük karısını Alevi olduğunu öğrenince boğarak öldürmüştür.

4-Gayri kanuni olarak kurulan ve çalışan gizli dernekler mezhep ayrılığını körüklemektedir.

5-İmam hatip ve müezzinlerin Sünni köylere verildiği ve bunların mezhep tefriki yaptıkları bu suretle alevi Sünni çatışmasına sebep oldukları duyulmakta ve söylenmektedir.

6-Ortaca belediye başkanının olaylar hakkında yardım edilmesi için gönderdiği telgraflara ne Başbakanın ne de İçişleri Bakanının cevap dahi vermediği, kulak asmadıkları. Bu olaylar cereyan ederken Başbakanın seyahat rotası ve davranışları dikkatleri çekmiştir. Elinizi çabuk tutun manasına gelen bu tutum karşısında Sünni köylüler büsbütün gemi azıya almışlardır.

TBMM bu gensoruyu red etmiştir.

**(6, 13, 14 1966 tarihli Milliyet gazetesi arşivinden  ve Ali Kenanoğlu : Ortaca Katliamı ve Terolar Evrensel 10 Haziran 2016, makalesinden yararlanılmıştır.)

5 Mart 1971 Kırıkhan Katliamı

Kırıkhan katliamı oluş biçimiyle yıllar sonra yaşanacak Sivas Madımak katliamına benzerliğiyle dikkat çeken cumhuriyet tarihinin onlarca alevi katliamından biridir. Araştırmacı yazar Mehmet Bayrak’ın belirttiğine göre olaylarda toplamda 3 kişi ölmüş, 23 kişi yaralanmış, Kırıkhan'da Alevilere ait onlarca ev ve iş yeri yıkılıp yağmalanmıştır. Bu katliamdan sonra 70'li yılların sonlarına kadar devam eden diğer Kırıkhan alevi katliamları devam etmiştir.

Olaylarda bölgede Alevi ve Kürt kimliğiyle öne çıkan Göçmen ailesinin şahsında Alevi, Kürt ve Sol kimlikler hedef alınmıştır. “Göçmen ailesi, Koco Elbistan ailesi ile birlikte, Manda Yönetimi’nden bu yana, Dersim Katliamı’ndan çıkarak buraya gelen Vet. Dr. Mehmet Nuri Dersimi’yi korumalarından dolayı devletin hedefi halindedir. Dersimi, Türk devletinin kendisini öldürme çabasını ve Koco Ağa ile Mehmet Ali Göçmen’in kendisini nasıl koruduklarını ‘Hatıratım’ kitabında (Özge Yay. 1992, s. 195-196) anlatmaktadır. Zaten, Kırıkhan Olayı’nda matbaası yağmalanan Ali Göçmen, Nuri Dersimi’nin eşi Feride Hanım’ın damadıdır ve TİP’lidir.” (Mehmet Bayrak,  Hatay/Kırıkhan Katliamı makalesinden)

5 Mart 1971’de çevre il ve ilçelerden gelen 20-30 bine yakın saldırgan, Kırıkhan’a yığıldı.  Kırıkhan çarşısı kaynıyor, cihad çağrıları ve faşist sloganlar yankılanıyordu gelenlerle, 30 bin kişiyi aşkın bir topluluk oluştu. Önlerinde rehberleri olmak üzere üç koldan saldırıya geçtiler. Liseye giden öğretmenlere saldırıyor, dövüyorlardı. Küfür ve hakaret ederek, bayan öğretmenlerin etek ve saçlarını, erkek öğretmenlerin de bıyıklarını kesiyorlardı. Saldırganlardan bir grup da, Alevi mahallelerine yönelerek yakıp yıkmaya başladı. Her taraf yakılıp yıkıldı.

Olay kahramanı Ali Göçmen’in anlattıkları

Mehmet Bayrak aktarmaya devam ediyor; “1960’lı yıllarda, Alevi halk ozanlarının kimi konserlerine yapılan saldırıları ve saldırıların en büyüklerinden biri olan 1960 Elbistan Katliam Girişimi’ni yeterince bilmeyen kamuoyu, 1971’deki Kırıkhan Olayı’nı da yeterince bilmiyor. Bu olayın baş mağdurlarından birisi olan gazeteci ve politikacı Ali Göçmen, 2010 yılı içinde ‘Olaylar, Tanıklar, Aleviler’ adlı kitabıyla her iki olayı da ayrıntılarıyla bilince çıkardı. Ki, bu iki olay adeta sonraki Alevi katliamlarının habercisiydi ve unutulmaması gerekiyordu.”

Ali Göçmen, adı geçen kitabında ; “Kırıkhan’ın tarihi, Koco ağaların ve ailesinin Elbistan’dan buraya gelişlerinin ardından Malatya, Maraş, Antep ve Suriye/Afrin’deki akraba ve aşiret mensuplarını buraya toplamaları; yörenin etno-dinsel yapısı, öncelikle Ermenilerin tasfiyesi ve alacaklarının üzerine oturmak için başvurulan yöntemler; devletin makbul adamı Dr. Ali Muharrem Civelek, daha çok Sünni ağalarla işbirliği içine girerken; eski bir Kürt paşasının eşi olan ve kendisini İstanbul’da okutan eşi Cevriye Hanım’ın Aleviler ve Kürtlerle ilgilenmesi; Türkiye İşçi Partisi’ndeki faaliyetleri ve nihayet 1971

Kırıkhan Olayı konusunda ayrıntılı bilgiler vermekte ve anekdotlar aktarmaktadır.” (aktaran Mehmet Bayrak)

Olay gayet açık iken, şeriat sloganları eşliğinde Alevi mahallelerine ve Ali Göçmen’in Matbaasına ve eşinin işlettiği Eczaneye saldırılarak katliam yapılırken devletten aldıkları bilgilerle gazeteler, olayın DEV GENÇ ile güvenlik kuvvetleri arasında geçtiğini, 3 kişinin öldüğünü 60 kişinin yaralandığını yazmaktaydılar.

1968 Hekimhan (Malatya) Saldırısı

Kemal Abbas Altunkaş olayı (1968)

Kemal Abbas Altunkaş, 27 Mayıs 1960’da Tunceli’de Milli Eğitim Müdürüdür. 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonrası Nevşehir’e öğretmen olarak atanır. Bir süre sonra Malatya Turan Emeksiz Lisesine edebiyat öğretmeni olarak gelir. Kemal Abbas, güzel şiir okur, hoş sohbetlidir. Nurculara karşı tepkiseldir ve tepkisini her ortamda çekincesiz göstermektedir. Malatya’da kısa sürede çevre edinir.

1967-68’de Malatya’da sağ-sol ayrışımı keskinleşmeye, saldırılar yaşanmaya başlar. Kemal Abbas, hem TÖS’ün üyesi, hem Tuncelili ve Alevi kökenlidir. Sağ örgütler, Malatya’da Alevi-Sünni ayrışımını körüklemek için her yöntemi denemektedirler. Kemal Abbas’ı hedefleyen bir plan hazırlanır. Kemal Abbas’ın özel ders verdiği öğrenciler arasında sağ görüşlü, Yakınca kasabasında yoksul ve problemli bir ailenin çocuğu olan Kenan Çırak da bulunmaktadır. Irkçı örgütler çıkar karşılığında Kenan Çırak’ı piyon olarak seçerler. Kamuoyunu etkileyecek olayın senaryosu hazırlanır. 18.01.1968 günü akşamıdır. Kemal Abbas, özel ders verdiği öğrencileri için otele gelir, ders notlarını alarak odasına çıkar. Kenan Çırak da gelmiştir. “Hocam kahve mi, çay mı içersiniz?” diye sorar. Kemal Abbas, “Sade bir kahve ve su getir” yanıtını verir. Tepsi üzerinde kahve ve su gelir. Kemal Abbas, bir yandan kahvesini yudumlamakta, bir yandan da o günün ders konusunu anlatmaktadır. Kahve bitmiştir, Kemal Abbas derin bir dalgınlığın içinde uyur gibidir. Bir süre sonra Kenan Çırak, Kemal Abbas’ın kesik erkeklik organını elinde sallayarak dışarıya fırlamış ve “Bana tecavüz etmek isterken uzvunu kestim…” diye sokakta bağırmaya başlamıştır. Bunun üzerine otel katibi Kemal Abbas’ın bulunduğu odaya girer. Kemal Abbas, somyanın üstünde dalgın dalgın oturmaktadır; yere akan kan pıhtılaşmıştır. Gel gör ki Kemal Abbas, acı duyduğuna ilişkin herhangi bir belirti vermediği gibi, yerinden dahi kıpırdamamıştır.

Fırat Palas Oteli’nde meydana gelen olaydan 15-20 dakika sonra yüzlerce sağ görüşlü kişi hükümet binasının önünde gösteri yapmaya başlamıştır. Aynı anda, olayın ayrıntılarıyla yer aldığı sağ görüşlü Beydağı Gazetesi de mahallelerde, kahvelerde dağıtılmaktadır. Oysa, Beydağı Gazetesinin matbaasının makinesi eski tip, el dizgilidir. Böyle bir haberin elle dizgisinin yapılması için en azından 5-6 saat zamana gereksinme vardı. Demek ki, hazırlanan senaryonun doğrultusunda haber çok önceden dizilerek hazırlanmıştır.

Sağ örgütler, olayı protesto etmek amacıyla bir miting düzenleme kararı alır. Bu yönde hazırlıklar sürerken; Alevilere ait ev ve işyerlerinin işaretlendiği görülür. Saldırı duyumunu alan Aleviler, güvenlikleri için belirli noktalarda nöbet tutmaya başlar. Malatya’nın cadde ve sokakları insanlarla dolmuştur. En ufak bir kışkırtma ve tartışmanın yüzlerce insanın ölümüne neden olabileceği bir gerginlik hüküm sürmektedir.

Malatya’da bu olumsuz gelişmeler olurken; Milli Eğitim Bakanı, Kemal Abbas’ı açığa alır. Kemal Abbas’ın avukatları, açığa alınmanın yanlı bir soruşturmanın sonucu olduğunu ileri sürerek Danıştay’a dava açarlar. Danıştay 5. Dairesi, gerekli belgeleri değerlendirerek E:1969/2553, K:1970/1957 ve 05. 05. 1970’de, olayın tertip olduğunu belirtir ve açığa alınma kararını iptal eder.

Kemal Abbas’ın davası, güvenlik gerekçesiyle Samsun’a nakledilir. Samsun sorgu yargıcı, E:1969/22, K:1969/216 sayılı ve 18. 11.1969 günlü kararıyla olayın komplo olduğuna karar verir. Daha sonra Samsun Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada Kenan Çırak ağır hapis cezasına çarptırılır.

Hekimhan Olayı (1968)

Hekimhan’ın AP’li Belediye Başkanı Ali Akyüz ile AP İlçe Başkanı ve İl Genel Meclisi Üyesi Turan Garipağaoğlu’nun öncülük ettiği sağcı militanlar, 15 Aralık 1968’de Hekimhan Lisesi’nde görevli sol görüşlü öğretmenlere ve öğrencilere “vurun Alevilere, komünistlere” sloganı eşliğinde, cop ve şişelerle saldırırlar. Çok sayıda öğrenci yaralanır. Lisede görevli 13 öğretmen, jandarmanın gözetiminde okuldan alınarak Malatya’ya götürülür. Daha sonra bu öğretmenlerden solcu ve Alevi olanlar kar-kış demeden değişik yerlere sürgün edilirler. Birçok öğrenci de okuldan uzaklaştırılır.

2 Şubat 1975 Olayı

Devlet destekli ırkçı-şeriatçı örgütlerin mensuplarının, gözlerini kırpmadan karşıtlarını öldürdüğü yıllardı 1970’ler. Bireysel saldırılar ve öldürmeler giderek toplu saldırılara dönüşüyordu. Sol güçler bu saldırıları protesto için bu tarihte bir miting düzenlerler.

2 Şubat 1975 günü İnönü Caddesi’nin üzerinde bulunan Kız Meslek Lisesi’nin önünde on bin kişi toplandı. Yürüyüş sırasında yolda katılanlarla yürüyüşçülerin sayısı 30 bine ulaşmıştı. Yürüyüş halindeki kitle, güzergâh üzerindeki binalarda oturanlar tarafından alkışlanıyordu. Disiplinli, sessiz ve çok katılımlı yürüyüş korteji Atatürk Anıtı’nın önüne geldi. Saygı duruşundan sonra mitingin dağılacağı sırada, ortaya Ülkü Ocaklı bir grup çıktı. Tahrik edici slogan ve küfürlerle hakaret etmeye başladılar. Bu sırada emniyet güçleri dağılmakta olan topluluğa copla saldırarak miting alanını savaş alanına dönüştürdüler. 22’si ağır olmak üzere aralarında kadın ve çocukların da olduğu yüzlerce kişi yaralandı. Saldırı sonrası ülkücüler polisleri omuzlarına almış alkışlıyorlardı.

15-16 Şubat olayları (1975)

TÖB-DER, öğretmenlere yapılan baskıları, sürgünleri ve öğretmenlerin özlük sorunlarını görüşmek amacıyla 15 Şubat 1975’de 57 ilde kapalı salon toplantısı yapılmasını kararlaştırır.

Devletin siyasi güçleriyle iyi ilişkiler içinde olan ve her yerde taşeron olarak kullanılan ırkçı-şeriatçı örgütler, TÖB-DER’in toplantılarını engellemek, olay çıkarmak, Alevi-Sünni, Kürt-Türk ayrışımı yaratmak amacıyla planlar hazırlamaya koyulur. TÖB-DER toplantısının yapılacağı 15 Şubat günü, faşistlerin kentin belirli semtlerinde toplanmaya başladığı görüldü. Toplananlar bir süre sonra saldırıya geçtiler. Saldırganların bir kolu, Elazığ Caddesi üzerinde bulunan vali konağını sarar. Taşlarla konağın camlarını yerle bir ederler. Valiye ve eşine yakışıksız sözler edilir. Vali Sadullah Verel ve eşi, konağın balkonuna çıkarak ellerinin başparmağını havaya kaldırır ve “Biz de Müslümanız!” diye bağırırlar. Saldırganlar bu itirafla yetinmez ve Vali ile eşinin kelime-i şahadet getirmesini isterler. Bunun üzerine Vali ve eşi “kelime-i şahadet” getirirler, hem de birkaç kez tekrarlayarak.

Saldırganların eylemlerinde kararlı olduğu görülür. Oradan şehir merkezine doğru yürüyüşe geçerler. Karşılarına çıkan ve solcu bildiklerine ait olan işyerlerini yağmalarlar ve yakıp yıkarlar.

Saldırı, ikinci gün olan 16 Şubat’ta, daha acımasız ve daha yıkıcıydı. Birinci gün yağmalanan ve yakılan işyerlerinin sahipleri, zararlarını tespit etmeye, kırılan ve yıkılan yerlerini onarmaya çalışıyorlardı. Saldırganlar da yeni bir saldırının hazırlığı için Belediye ve Samanpazarı Meydanında toplanmaya başladılar. Ortalıkta polis görünmüyordu. Toplanan saldırganlar, yine kollara ayrılarak yürüyüşe geçtiler. Önceden belirlenen solcu ve Alevilere ait işyerlerini yakmaya giriştiler. Bir gün önce saldırma imkanı bulamadıkları CHP ve TÖB-DER binasının kapılarını, camlarını ve tüm eşyalarını yerle bir ettiler. Saldırı giderek mala zarar vermekten cana zarar vermeye dönüşüyor, çatışmalar ve yaralamalar görülmeye başlıyordu. İşte ancak o zaman askeri birliklerden yardım istendi. Akşama doğru saldırı güçlükle denetim altına alınabildi. İki günün bilançosu, bir ölü ve 29 ağır olmak üzere 220 yaralıydı. Yaralananların çoğunluğu Alevi ve sol görüşlü işyeri sahipleriydi.