Türk ve Kürt sosyalist devrimcilerinin katili... Yazdır


Türk ve Kürt sosyalist devrimcilerinin katili gladyatörler kimlerdir?
“Cehennemin en sıcak yeri, ahlaki kriz zamanlarında
tarafsız kalanlar için ayrılmıştı.“ (Dante)

Ben tarih yazarı değilim, hayatımda hiçbir zaman tarih kitabı yazmadım, ama emeğin ve emekçilerin tarihini, ayrıca da sosyalist devrimcilerin yazdıkları devrimci tarih kitaplarını zaman buldukca okumaya çalıştım.1974 yılının sonunda benden büyük ağabeylerimin yani sokakta döğüşen devrimci kardeşlerimin sarı teksir kağıtlarına bastıkları Mahir Çayan'ın

Kesintisiz Devrim Yazılarını okuduktan sonra yaşadığım şehrin duvarlarına ''Tek Yol Devrim,Mahir, Hüseyin-Ulaş-Kurtuluşa Kadar Savaş, Katil Devlet, Kahrolsun Katil Oligarşi,

Yaşasın Sosyalizm, Faşizme Karşı Omuz Omuza, Yaşasın Türk ve Kürt ve Türk Halkının Ortak Kurtuluş Mücadelesi'' sloganlarını yazdım.İşte ben kişisel tarihimi bu sloganları haykıranların saflarında gerçekleştirmeye çalıştım, yani ülkemin ezilen,aşağılanan,horlanan itilen sosyal sınıf ve tabakalarının kurtuluş mücadelesiyle birey olarak kendi tarihimi birleştirmeye çaliştım.Sosyalist marksistler cok iyi bilirler.Yer kabuğunda yaşıyan tüm bireyler,sosyal sınıflar, sosyal tabakalar, sosyal zümreler kendi kaderlerini kendileri tayin ederler.Elbette bu tarihi yaparken bizzati kendilerinden bağımsız onları çevreleyen geçmişten de kalan sosyal, siyasal, ekenomik, psıkolojik, tarihi ve ekolojik koşullar içerisinde yaparlar.Üstelikte ölü kuşakların üstlerine bıraktıkları zihinsel süreçlerin ağırlığı altındagerçekleştirirler.Bir anlamıyla da tüm kuşakların yıkıntılarının altında.

gerçekleştirmeye çalışırlar, didinip dururlar, yanarlar, yıkarlar, bozarlar, kurarlar, olmadı bir daha...Bu durum yeterli bilgi birikine ve deneyimine sahip olmayan,yeterince alet ve edavattan yoksun tamircilerin durumuna pek benzer..

''Yap boz,olmadı yeniden.'' Biz yoksulların tarih yapışı böyledir.Aşağı yukarı bu alemde tığı teber şahı merdan koşanlar buna benzer süreçleri yaşamışlardır.

 

Bugün yaşı elliye ve altmışa ayakbasanlar  ve kişisel tarihlerini emekçilerin tarihiyle birleştirme mücadelesi verenlerin geldiği ana vadi, Deniz Gezmişler ve Mahir Çayanlar ve İbrahim Kaypakkaya'ların ve Kürt halkının yaktığı o tarifi mümkün olmayan ateşin içidir.

Bu vadi suyun akışı yönünde değil suyun geldiği yönde koşulduğu takdirde görülür ki,akan su değil ateş vadisidir, kanderya denizidir, orada beşbinyıllık  Antik Despotizm denilen devlet ve devletsiz devlet için döğüşen devrimci halklarla karşılaşılınır.Bizim kuşağımız cehennemin tadına doyulmaz ateşinin kokusuyla burada tanışmıştır.Deniz Gezmiş'lerin,Mahir Çayanl'arın, Kaypakkayal'arın sıktığı kurşunların hedefe varması hala devam etmektdir.Bu kurşunların bilançosu 12 Mart'la başlarsa, ki öyledir, 60 bin insanın ölümü,üç milyona yakın insanın fakladan geçirilmesi,üçyüzbin insanın onlarca sene hapiste yatması,dörtbin köyün yakılıp yıkılması babında devam etti ve devam ediyor, hiçbirşey bitmedi, herşey yeniden başlıyor.Unutmamak gerekir,devrimciler ne zaman ateşli tartışmlara başlıyorsa orada silahlar patlıyacak demektir, bu durum fakir fukaraların tarihinde hep böyle olmuştur.

 

Yoksullar demokrasi,ekmek ve özgürlük savaşını hep kanlarıyla ödemişlerdir.Kanlarından başka verecekleri hiçbir şeyleri yoktur. Bu bireylerin kişişel tercihlerinden değil içerisinde yaşadıkları nesnel koşulların dayatmasının bir sonucudur,yani sınıf çıkarları bunu mecburi kılmaktadır.Bazıları devrimleri temiz losyonları olan banyolara benzetiyorlar, eğer öyle olsaydı devrimcilere ve devrimlere  gereksinim kalmazdı.Tarih gizli ya da açık bir sınıf savsimi ise,yani Fİlistin Halkının Siyonist İsrail'e,Irak halkının Amerika'ya ,Afgan Halkının bil cümle emperyalist dünyaya karşı,kürt halkının yeryüzü ırkcılığına ve Osmanlı'nın Hapis ruhu Genelkurmay'a karşı savaşı sınıf savaşi ise,ki aklı başında hiçbir devrimci sosyalist tersini söyleyemez,o halde yaşadıklarımız ve bizzatıhi birey olarak bizlerin içerisinde yer aldığımız bu tarih kanalı,irinli,aşagılıktıri bu sebebledirki kendi tarihimizi bizzatıhi kendimiz yapmak için yeniden yollara düşmeliyiz.Bu seferinde tartıştıklarımız ve teşhir etmeye çalıştıklarımız devrimci kardeşlerimiz değildirler,onlar vıllalarında pansiyonlarında, yatlarında, katlarında, restorantlarında,barlarında, pavyonlarında irili ufaklı firmalarında yoksul işçileri kağıtsız küreksiz çaliştiran eski devrimci kılıklı yeni patronlardırOnlar muhabarat kanlı sofrasında yoksul kürt alıp kürt satmışlardır..Onlar kendi davaları için bizlerde kendi davamız için mcadele etmek zorundayız.Bizlerin en büyük kusuru sınıf mücadelerinde muhabaratçı katiiller layık oldukları dersi verememektir,bundan dolayı suçluyuz,eğer görevimizi yerine getiremez isek hem tarih hemde yeni kuşak devrimciler bizleri kesinlikle suçlayacaklardır.

 

Bu büyük kavgaya hasbel kader girmedik, bilerek ve isteyerek girdik, döğüştük, ''galip sayılır bu davada maglup olanlar'' şiarıyla yıllardır yolumuza devamediyoruz.Oblomovlar villalarından korkularını yenip ''devrimci maratonlara'' yönlerini çevirebilmiş olsalardı

''tığı teber şahı merdan'' olanları görebilirlerdi,ama yaşadıgimiz kanlı coğrafyada görebilmekte bir cesaret işidir.

 

Mevzuyu fazla uzatmadan şunu ifade etmek istiyorum.Bizler ''Acil ''adına bundan otuz sene evvel duvarlara ''Tek Yol Devrim'' yazanlar ve yazdıklarının arkasında duranlar,bu ugurda döğüşenler bir tek ''Acil'' biliriz. Malatyanın Beylerderesi'nde canlarını vererek bütün  Türkiye adlarını muştalayanlardır.Bizim tarihimizin mihenk taşı orasıdır.Orada vuruşmayanlar, oranın balyozu altında olmayanlar ve olamayanlara söylenecek tek  söz şu olabilir: ''lütfen hiçbir şey yapamıyorsanız, yapmak istemiyorsanız, eğer kalmış ise onurunuz,oturun oturduğunuz yerde.''Bizim bildigimiz 'Acil' ne Şam'ın Şekeridir ne de Suriye Despotizminin Fıstığıdır.!''

 

Bizler ne idüğü belirsiz herkesin ve her sınıfın her koşul altında kullanabileceği ''sınırları insan erdemiyle çerçeveli'' demojilere sığınmıyoruz.Liberellerin bile gerisinde bir söz.

Tam bir gerici slogan, cok dinli tarihte ölümsüz tanrıların erdemli insan tanımı, köleci cağda Sezar'ların erdemli insan anlayışları,modern kapitalist Obama'ların erdemli insan tanımı nedir acaba? Her sözcük, her kelime, her hece, her  imge,her kavramsal araç nerede, ne zaman, ne için, kimin için, neden ve nasıl kullanılıyor, bu soruların yanıtı bizleri somut gerçeke

götürür.Biz bir tek insan erdemi tanırız,en büyük erdem insanın insan tarafından sömürülmesine,insanın insan tarafından baskı terör ve şiddet yoluyla esir alınmasına karşı cıkan devrimci başkaldırı erdemidir.Bunun ötesi lafi güzahtrı. Efendilere yaranma derdi olmayan her devrimci her koşul altında siyasal gericilikle mücadele etmekle mükellefir.

 

Gelelim bakalım yerlere ve göklere sığmayan şu meşhur insan erdemlerine.

Sosyalizmin alfabesini az çok bilen hiçbir akademik öğrenimi olmıyan bir fabrikada çalışan işçi bilir ki, insan bir bütün değildir, patron, yönetici, general, hırsız, mafya, beyaz ve siyah kadın taciri, işkenceci,  ergenekoncu, Hama’da katillik, Muhabarat’ta Kürt ve devrimci alıp satan katil insan vardır.Bir de bütün bunlara boyun eğmeyen ve kurşuna dizilen insan vardır.Demek ki öyle saf ''insan erdemleri'' filan yok ve olamazda.

 

Bir an için şu meşhur ''sınırları ınsan erdemiyle'' çerçeveli erdeme gelelim.Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmayı’nın bizzatihi kendisi olan İstiklal Mahkemeleri,12 Mart'ın Sıkıyönetim Mahkemeleri ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri, Olaganüstü mahkemeler ve hatta sivil mahkemeler başta komünistler,sosyalistler,demokratlar,devrimciler,başkaldıran kürtler,dil ve din hakkı isteyen müslümanlar,mezhep özgürlüğü isteyen aleviler,erkek egemenliğine karşı savaşan kadınlar,mor güllü aşk isteyen travestiler memleketimizin bil cümle muhaliflerini ve mücadele eden güçleri hatta sıradan yurtaş olmayan olamıyan  vatandaşları devlet ve polisi,ergenekoncusu,cellatı,falakacısı işkenceyle polis ifadesi almadı mı? Bu ifadeler kanıt gösterilerek yukarıda adlarını yazdığım mahkemeler yargılamadı mı?

 

Devrimcileri ve bil cümle muhalifleri düzmece,komplocu ve yalancı ifadelerle ıdam etmediler,hapishanlerde otuzbeş cinayeti simit satan zavallı fakir fukara insanlara yıktıklarına tanık olmadık.Birçoryoldaşımızın,kardeşimizin,bacısına,anasına,avradına,

yavuklusuna, sevgilisine ,dostuna,iş arkadaşına,öğretmenine,komşusuna

ilişmediler mi, onları tehdit ederek devrimcilere polis ifadesi imzalatmadılar mı?

Devletin istihbarat teşkilatının hazırladığı bu ifadelerle mahkemeler kararlar vermediler mi?Burası çok önemli.Devletin polisi zor,hile,baskı,terör,şiddet,zulüm,psıkolojik savaş yoluyla devrimcilerden ifadeler alıyor, mahkemeler bu ifadeleri temel kanıt kabul ediyor,devrimcileri müebbet ve ölüm cezasıyla cezalandırıyor, yüksek mahkemeler onaylıyor,12 Eylül Anayası bu mahkemeleri ve kararlarını dokunulmaz kabul ediyor, koruyor, bu durumu tartişma konusu yapan namuslu hukukçuları cezalandırıyor.

 

Tam bu noktada Türkiye Halk Kurtuluş Partisi ve  Cephesi Acilciler Genel Sekreteri olduğunu söyleyen Sayın Mihrac Ural kalkıyor eski örgüt üyelerine Genelkurmay'ın Mahkemelerinin, istihbarat teşkilatlarının ve polisin hazırladığı ıfadeleri kendisine karşı isyan eden üyelere, militanlara, taraftarlara, sıradan sempetizanlara karşı kullanıyor.Bu ifadeleri genelkurmayın savcıları, hakimleri, cuntacı ve oligarşik mahkemeler zaten kullandı, bu ifadeleri temel aldı. İnsanları bunlarla yargıladı.Bu ifadelerle katletti.Mihrac Ural tıpkı Sezar'ın Gladyatörleri gibi Gestapo kılıklı Kenan Paşa'nın savcılarının delilleriyle devrimci militanları suçluyor, bunları arşiv olarak kabul ediyor. Bu tür dosyalardan milyonlarcası uluslararası af örgütünün ve insan haklarının raflarında duruyor. İnsanlığa karşı işlenmiş suç olarak kabul ediliyor, yani kendini genel sekreter yanılgısıyla altan Mihrac Ural sıkıyönetim savcılarını sandalyesine oturarak, burjuva devletin iddianamesi ve oligarşik gerici siyasi polisin elde ettiği delillerle bizzatihi eski üyeleri suçluyor.Olacak şey değil, bir kez gözü dönmüş ve kafası bulanmış, kimin ifadesi ve iddianamesi ile saldırdığını bile anlayacak, kavracak kadar kapasite kalmamiş, kimbilir belki de içselleştirdiği sınıf iç güdüleri farkında olmaksızın öne doğru fırlayıveriyor.!!

 

Bu gün sıradan namuslu bir insan bile bilir ki, düşmanın zor yoluyla söylettiği söz kabul edilemez, kimseye karşı kullanılamaz, delil olarak sunulamaz, kimsenin onuru bu yolla çiğnenemez. Bu insan hakları evrensel beyannamesinin en basit maddesidir.

Bu satırların yazarı 13 Cezaevinde on yıl yaşadi.1978 yılında girdi 1988 yılında cıktı, yirmi ıki yıl, yirm ialtı yıl hapis yatan Kürt devrimcilerine tanık oldu, bir tek dilekçe bile yazmasını bilmeyen devrimci kardeşlerine tanık oldu. Sekiz ay işkence gören devrimciler gördü, kimi işkenceye boyun eğmedi, kimi açliğa agiz açmadı ama kimileri de tersini yaptı.

Kimi işkenceye dayandı, kimi ölüm orucuna dayandı kimi dayanamadı, kimi ölüm orucuna dayandı ama kimi elektriğe dayanamadı, kimi ölümüne direndi ama kız kardeşinin ırzına geçilmesine dayanamadı. Ama bunlardan dolayı onları suçlamadık, lanet olası askeri oligarşik diktatoryayı suçladık,bütün bunları yaratan sosyolojik gerçekliği anlamaya ve anlatmaya,zulmün yasalarını ortadan kalkmasının mücadelesini tercih ettik.

 

Romanların, şiirlerin,tiyatroların ve sinemaların daha konu edinmedği bu mevzuları hiçbir devrimçi kardeşimize karşı kullanmadık, mümkün olduğunca herkesi bağrımıza bastık.

Yaralarımızı kendimiz sardık.İsteyerek ve bilerek devlet saflarına geçenlerin dişinda herkesi kucaklamaya caliştık. Direnenler, direnemeyenler üzerinde bir egemenlik kurmaya çalışmadılar, sür git direnişler, kendine özgün durumlar ortaya çıkardı.Bu durum başka bir yazının konusudur.Bunun adı savaş.

 

Mevzunun özü şudur.Mihrac Ural bir arşivden sözediyor. Ne arşividir bu? Bugün parası olan bir avukat yoluyla ''Acil'' davasının tüm dosyaların bir fotokopisini alabilir. Böylece tüm dökümanlara ulaşmiş olursunuz.Arşiv arşiv denilen şey bu. Burada bir sorun yok,o günki tarihsel koşullarda polis zoruyla söylenenler Mihrac Ural'a karşi koyanlara delil olarak kıllanılıyor. Sözü edilen devrimciler, yöneticiler, kadrolar, militanlar, taraftarlar,bangır bangır mahkemelerde ''Sıkıyönetim Mahkemelerinin ve General Evren Paşanın Hizmetine Hazırız'' diye bağırdılar mı? Pişmanlık Yasasına başvurdular mı?Arkadaşlarının falakada sırtlarına bindiler mi?Hapisten çıktıktan sonra faili mechul cinayetlere katıldılar mı?

Suriye despotizminin verdiği görevleri kabullendiler mi, kişişel çıkarları için bağ bahce satın aldılar mı, internet sıtelerinde rezil rüsva oldular mı?

 

Üstelik bugün bizler ''pişmanlık yasasının'' seksenaltı yıllık oligarşik diktatoryanın ürünü olduğunu söylüyoruz. Buna karşı hayatın her alanında mücadele ediyoruz.

Bugün işbirlikçi, itirafcı yaftasıyla mühürlediğiniz insanları, bunlar hapisten çıktıktan ya da kaçtıktan sonra örgüte alıyorsunuz, onlarla iş yapıyorsunuz, yoldaş ılan ediyorsunuz,s onra yollar ayrılıyor, onları tekrar hain ılan ediyorsunuz.Olacak şey mi.!?

 

Demek oluyor ki, ''lagım siyaseti''  yapıyorsunuz.Bu işlerin iler tutar yolu yok.

Sayın Mihrac Ural mevzu şudur. Bu platforumda tartışan ,yazan, bagıran, hakaret eden, küfür eden karşilıklı yazılan herşeyi okudum.Seni yaklaşık 19 Yıldır okuyorum, bulunduğun yerde seninle birlikte olanlardann dinlediğim şey şudur. O MUHABARAT AJANIDIR!

„Çok önemli bir soruna yaklaşıyorsunuz. Açılması gerekiyor. İnanıyorum benden çok M. Ural hakkında kişisel bilgilere sahipsiniz. Sorun; 30 yılı aşkın süredir, M. Ural Şam'da yaşıyor. Cemil Esat'ın damadıdır. Suriye El Muhaberat'ın Türkiye ve K. Kürdistan danışmanıdır. PKK veya Öcalan’a Muhaberat bağlantılarını sağlayan kişidir. Suriye ve Lübnan alanında PKK içinde gerçekleşen tüm infazlardan haberdardır. Bu infazlar Suriye devletinin onayı olmadan yapılamazdı. Her infazın gerekçesi; T.C 'ajan'ı olmaktı. Ayrıca Suriye'de yaşayan ve PKK karşıtı olan  yüzlerce Kürt de ortak faaliyetlerle katledildi.Yani M. Ural Türk solculuğu adına, Suriyenin hizmetinde olan biridir. Bekaa’da infazlar yapıldığında bir kaç yüz metre uzakta olan Helve köyündeki muhaberat karakolu seyirciydi. YineKampın kuzey tarafına  düşen Suriye askeri üssünde de herşey görülüyor ve duyuluyordu. Hiç bir insani değerin olmadığı bir ülkedir. Genel durum bu. Ayrıntılar ve analizler gerekiyor.''

 

Bu sözler yazan arkadaşlar hala ateşten gömlek giyen arkadaşlardır.Mervan Zirki'yle ve senin içerisinde yer aldığın muhabarat agının öldürdüğü ve öldürttüğü kürt devrimci ve sosyalistlerine karşı cinayetlerle de suçlanıyorsun.bize göre senin en büyük suçun Kürt sosyalistlerinin karşi Süriye alanında işlenen cinayetlere ortak olmaktır,bizler de bunları tek tek ortaya sereceğiz. Senin bildiklerin kadar bizim de bildiklerimiz var.

 

Seni tanıyan herkesin bizlere söylediği tek söz ''Mihrac Ural Muhabarat’ın adamıdır''

Bu sözü söyleyen birlikte olduğun kadrolar, yöneticilerin, üyelerin ve sempatizanların dışında memleketin solunda ağır aksak da olsa yürüyen, seni tanıyan tüm devrimciler söylüyorlar ve yazıyorlar.

 

Ben bir devrimci insan olarak sana herkesin sordugu soruyu ben de soruyorum.

Ben bir devrimci ınsan olarak burada tartışan insanlardan şahsen iki kişiyi tanırım.

Birincisi sizsiniz ''size evimin ve kalbimin kapıları kapalıdır''

Ikincisi Engin Erkiner'dir, kendisiyle üç defa bir kahvede kahve içmişimdir.

Engin Erkiner' yirmi yıldır okurum.''Kalbimin kapıları ve evimin kapıları'' sonuna kadar acıktır.

 

Bu yazımın sonunda satırlarımı şu şekilde bitirmek isterim.Acil davasından yargılandım ve hapis yattım,hapisliğim sürecinde dışarıda Acil davası sürdürdüğünü söyleyen arkadaşlardan hiçbir yardım görmedim.Bundan dolayı hi çkimseye sitem etmiyorum ve kırgın değilim.13 Eylül 1980 sabahında benin için Acil örgütü tarihsel anlamda bitmişti.

Bu gün bu platfromda tartişan arkadaşlardan hiçbirisini şahsen tanımam ve bilmem.

13Eylül 1980 yılından bugüne Acil örgütüyle hiçbir ilişkim olmamiştir, bundan böylede olması düşünülemez.Bir tek Engin Erkiner'i tanırım.Başta Haydar Yılmaz  ve diğer arkadaşların adlarını duymuşumdur.Büyük acılara ve felaketlere tanık oldum, birçok olayı ve olguyu hatırlamakta zorluk çektiğimde bir gerçektir.

 

Hatay Ziraat Bankası Samandağ subesi soygununa katılmadım, hayatımda Samandağ’a hiçbir biçimde gitmedim.Bilmedim, görmedim, duymadım, gitmedim.Allahın bildiğini kullardan saklayacak kadar onursuz değilim. Ne mahkemelerde ne poliste arkadaşlarımı satmadım.Bana yapılan işkenceler sonucunda benden önce  tutuklanan hemşerim Fuat Işık'ın ifadelerini kabul ettim, ayrıca bölgemizde yapılan tüm eylemleri diğer arkadaşlarımızı koruyarak kabullendim.Sivil mahkemelerde ve sıkıyönetim mahkemelerinde tüm polis ifademi kabul etmedim, reddettim, yedi günlük işine gücüne mani olur tarzında rapor almayı sagladım.Benden dolayı zarar gören arkaşımız varsa cıksın yazsın.

Adana Askeri Mahkesinde iki celsede Ben Mehmet Avan, Adnan Demir, İrfan Ural, Hasan Gençoğlu, Mehmet Mevlüt Bulanık ve Fuat Işik olmak üzere Türk Ceza Yasasının 146/1 maddesince yargılandık.Hepimiz önce idama mahkum olduk. Benim ve Fuat Işık arkadasımizın suç tarihlerinde yaşlari küçük olması sebebiyle yirmi dört yıl on ayla cezalandırıldık.Ben ayrıca Malatya eski cezaevini yakmak, kacmak vede başkaca suçlardan

dolayı yargılandım, toplam seksen yıl ceza verdiler.Tekrar bunları yirmi dört yıl on aya bağladılar.Diğer arkadaşları da yaşlarının büyük olması ve iyi hallerinden dolayı ıdamdan müebbete bağladılar.Burada sunu ifade etmek isterim, bizim yargılandığımız davada acilden ayrılmiş olmama karşin, acil örgütünün üyesi olduğumu programında yazılan olan görüş ve fikirleri sonuna kadar savunduğumu mahkemede açıkca ıfade eden tek insanım.Tüm arkadaşlarımız buna tanıktır.

Bu davada bana isnat edilen suç Samandağ Ziraat Bankası soygunuydu, ben banka soygununa katılmadım, hayatımda hiçbir sözü edilen yere gitmedim. Bilmedim,görmedim,duymadım, soyguna katılanları hala bilmiyorum, bilmek de istemiyorum.

Bu davadan yargılanan arkadışımız Mehmet Mevlüt Bulanık  kendisi gelip teslim oldu, olaylarla ilgisi olmadığı için, buna karşın O da on yıl hapis yattı, O'nu hapishanede tanıma şerefine nail oldum, bunun dişinda diğer arkadaşlarımıza hiçbir zaman kinim nefretim ve düşmanlıgım olmamiştır, hepsini severim.

Bugünki acil benim için arap milliyetciliğini ve aleviciliğini Muhabarat dairesinde savunan bir örgüttür.Dünyada ve Türkiyede devrim vede devrimcilik adına bu örgütle ilişkilenmek isteyen devrimciler var ise,bu yazıyı da okuma şansları olursan dikkatli ve özenli olmalarını temenni ederim.

 

Diğer bir hususa gelince İbrahim Yalçın'ın yakalanmama dair anlatığı öykü doğrudur.

Tarihe bir not düşülmesi babından, Mihrac'ın bana verdiği görev ve sorumlukları yerine getirirken yakalandım.Bildiğim kadarıyla banka soygunu ile ilgilii para örgütü verilmedi.Bu hesap hala açık duruyor.

 

Mihraç Ural elinde arşiv varmiş, hala da örgütün genel sekreteri olduğunu iddia ediyor.

Can Yücel'in bir şiiri vardır ''aç...aç..'' diye.Hakkımızda yanlış yazılmiş bilgiler varsa düzeltiriz. Benimle ilgili bilgiler varsa yazmasını öneririm.Meşhur arşivden ne çıkacak bakalım?