1974'ten 1980'lere doğru Acilciler (3) Yazdır


Sağmalcılar Cezaevi’nde 45 gün süren hapis  yaşamımdan sonra  yeniden AÖS (Atatürk Öğrenci Sitesi) 4.bloğa  yerleştim. Oda arkadaşlarımdan biri, daha sonra birlikte uzun sure aynı örgüt  içersinde beraber olacağım Ahmet Ziya ERDÖNMEZ’di. İkinci arkadaş ise Hatay’lı Arap kökenli Hulki( soyadını hatırlamıyorum) son derece heyecanlı bir arkadaştı. Her kavgaya girer, yüksek sesle tartışır, sürekli kitap okurdu.  Kısa bir süre sonra (1975 tarihinde) memleketi Hatay’dan İstanbul’a dönerken Gaziantep-Adana karayolunda trafik kazası sonucu hayatını kaybettiğini duyduğumuzda çok üzüldük .. Aynı odada toplam dört kişi beraber kalıyorduk.

Ziya Erdönmez, uzun boylu ve yakışıklıydı. Türkiye Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa TİMİSİ’nin yeğeni olan Ziya’ya  yurtta bulunan bütün kızlar aşıktı. Ziya, daha sonra evlendiği Emine ile bu  yurtta tanışmış, uzun süre arkadaşlık etmesine rağmen  evlenme gibi bir eğiliminin olmamasına karşın bir süre sonra evlenmek zorunda kalmıştı.  Evlenmek zorunda kalmıştır. Çünkü   Emine devrimci değildi ve bir çok konuda Ziya’nın aktivitelerini de engelliyordu.  İstanbul Üniversitesi ’İktisat Fakültesi öğrencisi’   Ziya  bir gece beni bir köşeye çekti  ‘’Ben bu işlerin gidişatına karşıyım. Biz buraya savaşmak için değil okumak için geldik’’ dedi.Bu sözünü bugüne kadar hiç kimseye söylemedim. Bunun yanında , ‘’Bu adamdan adam olmaz’’ diye düşünmeden de edemedim. Yanılmıştım.  Kısa bir süre sonra,   cezaevinden çıkıp  yeniden yurda döndüğüm zaman yepyeni bir Ziya ile karşılaşacaktım. Daha önce söylediklerini unutmuş gibiydi. Her işe koşuyor, her türlü göreve talip oluyordu. Son derece mutlu olmuş, sevinmiştim.

Cezaevi’nden çıkıp yurda dönmemiz olay olmuştu. Yurt’ta kalan öğrenciler tarafından yoğun bir ilgiyle karşılanmıştık ve herkes, içerdeki THKP-C davası sanıklarını merak ediyor, ne düşündüklerini bizden öğrenmeye çalışıyorlardı.

Bu dönemde yurt öğrencileri arasında MAHİR ÇAYAN’ın, ‘’ Devrim yolu sarptır, engebelidir, dolambaçlıdır’’ sloganlı posterleri elden ele dolaşıyordu. O dönem, Mahir’in fotoğrafı bile yüzlerce öğrencinin ‘Cephe’ci olması için yeterliydi. . Aynı şekilde  sınırlı sayıda bulunan ve herkese verilmeyen ‘Kesintisiz devrim tezleri ‘ de yoğun ilgi görüyordu. Üçer-beşer kişilik gruplar halinde toplanarak sabahlara kadar  ‘kesintisiz devrim tezlerini’ okuyor, ezberliyorduk. Yurt öğrencilerinin büyük çoğunluğu kendilerini Cehpeci olarak görmeye başlamıştı.

AÖS TEMSİLCİSİ OLARAK AHMET İSVAN’LA GÖRÜŞME

Dönemin en azılı faşistleri Mehmet GÜL, Mustafa VERKAYA ve Fethi YILDIZ başta olmak üzere, ülkücü öğrencilerin tamamını yurttan atarak denetimi  ele geçirmemiz üzerine  tüm devrimci öğrencilerin oybirliği ile AÖS temsilcisi seçildim.

Orta-Doğu ve balkanların en modern öğrenci yurdu devrimcilerin denetimindeydi artık.

5 aralık 1977 tarihinde MHP yöneticilerinden Nevzat KÖSEOĞLU’nun  aşağıdaki sözleri adı geçen  dönemde, böyle bir yurdu kaybetmiş olmalarının hangi anlama geldiğini anlatması açısından önemlidir. ’’...İktidarın yolu okullardan geçer. Biz MHP olarak önce okullarda ve devlet dairelerinde kendi kadrolarımızı yetiştirdik. Türkeş’e önce herkes güldü. 3-5 çocukla mı iktidarı alacak dediler.. Ama biz sabırla çalıştık. Okullarda ve devlet dairelerinde kadroları ele geçirdik...’’( 5 Aralık 1977 cumhuriyet gazetesi)

Öğrenci temsilcisi sıfatıyla   ilk iş olarak yurt müdürü ve mahalle muhtarı ile birlikte dönemin İstanbul belediye başkanı Ahmet İSVAN’la görüşecektim.

Görüşme öncesi  öğrencilerin İstanbul sokaklarında kitlesel gösterileri  vardı. İETT idaresi öğrenci pasolarına zam yapmıştı. Zammı protesto etmek için bin kişilik bir öğrenci kitlesiyle, Aksaray meydanında korsan gösteriyle zamların geri alınmasını  talep ediyor,  siyasi kimliğimizi de öne çıkartan ‘’ Zamların sorumlusu oligarşidir’’ biçiminde sloganlar atarak  duvarlara aynı içerikli yazılar yazıyorduk. AÖS öğrencileri olarak yurdun hemen yakınında bulunan E5 karayolunu trafiğe kapatarak eylemlerimize aralıksız sürdürüyorduk. Bu ve benzeri eylemler, 12 mart sonrası öğrenci gençliğin başlattığı ilk eylemlerdi. Devrimci öğrencilerin kararlılıkları karşısında,İstanbul belediye başkanlığı  olayların ilerde daha da büyüyeceği kaygısından hareketle ’zamları geri aldığını’ ilan etti. Taleplerimizin bir kısmı karşılanmış olsa da bitmemişti.

Yurt civarında, İETT otobüslerinin azlığı nedeniyle okullara gidiş-dönüşlerde sorunlar yaşanıyordu. Bu durumdan mahalle halkı da şikâyetçiydi. Diğer taraftan yurtta  çıkan yemekler pahalı ve kalitesizdi. Öte yandan, E-5 karayolunda karşıdan karşıya geçerek yurda girebilmek de son derece tehlikeliydi. Daha önce üç kişi bu nedenle trafik kazasından hayatını kaybetmişti. Sorunlarımızın düzeltilmesi yurt müdürünün yetkisini aşıyor ve doğrudan İstanbul belediye başkanlığını ilgilendiriyordu.

Yurt müdürüne yaptığımız yoğun baskılar sonucu belediye başkanı Ahmet İsvan’dan randevu alınmıştı.

Belediye binasından içeriye adımımızı atar atmaz gördüğüm ilk manzara karşısında şaşırmıştım. İlk kez devlet bürokrasisi ile karşılaşmanın şaşkınlığını yaşıyordum. Bizleri kapıda karşılayan kişi, o dönemin ‘Oleyis’ sendikası marmara bölge temsilcisi Ali Kocaman idi. Kocaman  bizi alarak belediye başkanının makam odasının yanındaki    makamına  buyur etti. Hal hatır sorma faslından sonra bana dönerek, ‘Başkan ile mümkün olduğu kadar az ve öz konuşmam’ için inceden inceye uyarılarda bulunuyordu. Öğrenci olmam nedeniyle  başkanla konuşurken agresif davranacağımı, saygılı  olmayacağımı( !) sanarak tedirgindi. Görüşme saati geldiğinde, aynı kişi ‘’hadi göreyim seni’’ diyerek sağ elini omuzuma koyup içeriye davet etti. Makamında başkanla saygılı bir şekilde tokalaşmak için elimi uzatmama karşın, başkan Ahmet İSVAN’ın  koltuğuna yaslanmış bir vaziyette ve  adeta zorla, öne doğru kaykılarak elini iğreti bir şekilde uzatıp tokalaşması sorunlarımıza karşı ilgisizliğinin açık belirtisiydi.

Ali KOCAMAN, başkanın sağ tarafında ayakta ve ellerini önünde birleştirmiş hazır bir vaziyette beklerken, mahalle muhtarımız ve yurt müdürümüz ezile büzüle sorunlarımızı anlatıyorlardı. Ali Kocaman  müdür ve muhtarın sözlerini ikide bir kesiyor ve ‘’Sayın başkanım zat-ı devletlunuza şöyle demek istiyorlar’’ diye, konuşmaları sanki başkana tercüme ediyordu. Konuşma sırası bana gelmişti ama yarım saatlik süremiz de dolmuştu.. Ali Kocaman, sağolsun(!) benim dışımda her iki konuşmacının da iki misli konuşarak bana zaman bırakmamıştı. Aniden ayağa kalkarak, ‘’ Sayın başkan, biz buraya beyefendiyi dinlemeye gelmedik, sorunlarımızı anlatmaya geldik’’ sözlerim karşısında  Ali Kocaman şaşırmıştı. Yüzü bana dönük olduğu halde, kaş-göz işaretleri yaparak  susmamı istiyordu. Kendisini görmemiş gibi yaparak sorunlarımızı tek tek sıralamaya başladım. ‘’... nedenini bilmiyorum ama yurt müdürümüz ve mahallemizin muhtarı sorunlarımızın hiçbirine değinmediler, isterseniz ben baştan yeniden sıralayayım‘’ diyerek dimdik ayakta durarak aralıksız sorunları dile getiriyordum.  Başkan öne doğru eğildi ve ‘’tamam evladım uzatma, ama, en can alıcı iki şeyi söyle’’ diyerek  masasındaki saatine baktı.  Öğrenci sorunlarını  anlatmayı sürdürdüğüm o anda   ’’Sayın başkan bizim sorunlarımız çok fazla, öyle iki kelimeyle özetlenecek kadar az değil, isterseniz geldiğimiz gibi gidebiliriz, konuşmaya gerek yok’’  sözlerime  ( aslında benim için son derece normal gördüğüm bir cümle sarfetmem karşısında,) Başkan Ahmet İSVAN, eline kağıt-kalem alarak, ‘’Seni dinliyorum evladım’’ diyerek   gevşek bir halde bedenini masaya bırakıp dinlemeye başladı..  Böyle olunca da    yarım saatlik   ’pazarlığın sonunda, Taksim’den, Yurt istikametine gelen bir kaç tane otobüs gerektiğinin yanısıra, sabah- akşam seferlerinde de  fazladan birer otobüs daha hata koymanın aciliyetinden söz ettim. Ayrıca E-5 karayolu üzerindeki Cevizlibağ otobüs durağının hemen önüne bir ÜST GEÇİT yaptırılması konusundaki  ısrarım üzerine ‘’..Başkan İSVAN’dan, “..en kısa zamanda... kaydıyla’’ söz alarak  görüşmeyi bitirdik..

Ali KOCAMAN, bizleri adeta iterek(!) dışarıya çıkarttı. Başkanın odasından   çıkar çıkmaz ‘’Ohh’’ diye derin bir nefes aldığı anı hiç unutmam...Konuşmalarıma kızmış olduğu her halinden belli olmasına karşın belli etmemeye çalışıyordu. Nerede okuduğumu soruyor, çalışmaya ihtiyacım varsa, mutlaka sendikaya uğrayıp kendisini görmem gerektigini söylüyordu.

Belediyeden ayrılıp yurda giderken yurt müdürü yurdun yemekhanesi ve kantini hakkında yaptığım eleştirilerden dolayı tek kelime konuşmuyordu. Mahalle muhtarı ise, ’Üst geçit’  konusunda başkandan   aldığım ‘’en kısa zamanda...’’ sözünden dolayı çok memnundu. Yanımızda oturan yurt müdürüne hissettirmeden ‘şükranla omuzlarımı sıkıyordu’.

METRİS CEZAEVİ’NDE İSVAN İLE  …

İstanbul belediye başkanı Ahmet İSVAN’la ikinci karşılaşmamız 12 Eylül Darbesi’nden sonra  METRİS CEZAEVİ’nde oldu. Bu karşılaşmamızda her ikimizinde statüleri aynıydı(!) .Ne Ahmet İSVAN başkan  ne de ben öğrenciydim. İkimizde tutukluyduk. Ahmet İSVAN ‘BARIŞ DERNEĞİ’ davasından ben de THKP-C ACİLCİLER davasından  ’idam’la yargılanıyorduk. Bir mahkeme dönüşünde karşılaştığımız Metris Cezaevi avlusunda,”merhaba, nasılsınız’’sözleriyle yanına yaklaştım ve yukarıda bahsettiğim görüşmeyi kısaca hatırlattım. Hatırlamasa da ’’ Görüştüğümüze sevindim evladım, kendine iyi bak’’ diyerek beni uğurladı. O güne kadar  bahsettiğim görüşmenin bende bıraktığı olumsuz etkisi nedeniyle  hoşlanmadığım Ahmet İSVAN’ı sevmeye başladım. Cezaevi avlusundaki duruşu hoşuma gitmişti. Omuzları    dimdikti.

Ali KOCAMAN ile bir daha karşılaşmadım. 1977 tarihinde örgütümüz tarafından 1 Mayıs 77 katliamını protesto amacıyla İNTERCONTINANTEL Oteli kurşunlanmıştı. Eylemden sonra otel müşterilerinin hemen tamamı  oteli terketmiş, otel boşalmıştı.  Otel yöneticileri paniğe kapılmış olmalılar ki, kime geldiğini hatırlamadığım bir teklif gönderdiklerini duymuştum. ‘’Ne istiyorlarsa verelim de bir daha otele yönelik eylem yapmasınlar’’ deniyordu. İntercontinantel oteli çalışanları OLEYİS sendikasına bağlıydı ve sanırım teklifi getiren de bu sendika idi. Nedenini hatırlamıyorum ancak bu teklifi(!) duyduğum zaman, acaba Ali KOCAMAN mı, diye düşünmüştüm. O  teklifi(!)  kimse ciddiye   almadı tabi ki  ..

EYLEMLER DORUKTAYDI..

1974 -75 yılları  Öğrenci gençliğin mücadelesi ve faşist saldırılara karşı yapılan protesto eylemlerinin doruğa çıktığı yıllardı.

Dönemin en büyük öğrenci eylemlerinden, K.Mustafapaşa’ da faşistler tarafından öldürülen CEZMİ ERSÖZ adlı devrimci öğrencinin cenaze töreni ve Viranşehir’de, 20 Kürt köylüsünün öldürülmesi nedeniyle yapılan   protesto ( DDKD öncülüğünde) eylemlerini  sayabiliriz. Ayrıca, Taksim’de 30 Mart 1975‘de Kızıldere Katliamı’nı protesto eylemi de, 1.000-1.500  kişilik bir grup tarafından izinsiz olarak gerçekleşmişti.

Öğrenci gençlik bazında yaşanan yoğun siyasallaşma dalga dalga işçi ve gecekondu mahallelerine doğru yayılıyordu. Özellikle İstanbul’da, toplumsal muhalefetin bulunduğu her alanda gençlik vardı. Devrimci gençlik ; Akademik-demokratik hakları uğruna mücadele bir yana, İETT zamlarını protesto eylemlerinden tutun  da, Ambarlı, Sungurlar ve Profilo direnişlerine varıncaya kadar her tarafta ve tüm eylemlerde boy gösteriyordu.

1974 yılının sonları   75 yılının  başlarında  devrimci gençliğin kendi içinde  siyasal tartışmaları olmasına karşın  eylem anlayışı daha agırlıklıydı.

75’in sonrasında ise, iktidar hedefinin yakın olmadığı görülmesine karşın, yine de mutlaka başlanması konusunda yoğun bir çaba bulunuyordu.

İstanbul’un en önemli öğrenci yurtları devrimcilerin denetimi altındaydı. (AÖS, Site, Kadırga,Devrim, Niğde, Balıkesir, Elazığ ve Diyarbakır yurtları) Seminerler ve konferanslar genellikle bu yurtlarda yapılırdı.

Geniş katılımlı tartışma toplantılarında mutlaka iki konu öne çıkar ve tartışmalar bu konular üzerinde yoğunlaşırdı.

71  DEVRİMCİLİĞİ-KÜÇÜK BURJUVA MACERACILIĞI…

Sosyal–Emperyalizm ve küçük-burjuva devrimciliği ya da maceracılığı üzerinde yoğunlaşan ve bu temel üzerinde kutuplaşan devrimci gençlik içersindeki ayrılık içten içe artarak neredeyse düşman kamplara bölünüyordu.

Tartışmalar  esas olarak; ‘71 devrimciliğini’ küçük-burjuva maceracılığı olarak değerlendirip eleştirenlerle,  (bu gruptakiler SSCB’yi sosyal-emperyalist olmakla da eleştirenlerdir) ’’Mahir Hüseyin, Ulaş  kurtuluşa kadar savaş’’ diyen Cephe’ci ya da  devrimci gençlikciler (THKP-C ideolojisini savunduğunu söyleyen ya da Mahir’i seven herkes cepheci ya da devrimci gençlikci olarak adlandırılıyordu) arasında geçiyordu.

Birinci grubun başını uzun süre THKP-C davasından yargılandıktan sonra, ‘74 tarihli Genel Af’ dan tahliye olan ÖMER  GÜVEN  çekti.O güne kadar, Doğu PERİNÇEK’ciler tarafından savunulan bu görüşler gençlik kesiminde yankı bulmaz iken, Ömer GÜVEN tarafından gençlik kesiminde yoğun olarak tartışılır oldu.  Güven çağrılı olsun ya da olmasın her toplantıya katılarak 71 devrimci direnişini küçük-burjuva maceracılığı olarak eleştiriyor ve Sovyetler Birliği’nin Sosyal-Emperyalist bir ülke olarak ABD’den daha da tehlikeli olduğu propagandasını yapıyordu. Yoğun tepkiye  yer yer fiili müdahalelere rağmen  bu yöndeki çabalarına aralıksız devam etti.

DOĞU PERİNCEKÇİLER…YOLDAŞ DERGİSİ

THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) taraftarları ile THKP-C taraftarları ilk başlarda ‘kardeş örgütler’ olarak  hareket etmelerine karşın, kısa bir süre sonra THKO içersinde de yeni bir kopuş yaşandı. Bunlar,’THKO merkez yayın organı’ imzasıyla YOLDAŞ’ isminde illegal bir yayın organı çıkartıyorlardı. YOLDAŞ Dergisi’nin 3.    sayısına kadar Cephecilerle (bizlerle )araları gayet iyi gidiyordu. Şu an tam olarak hatırlamamakla beraber Yoldaş’ın 3. ya da 5.sayısından itibaren ilişkilerimiz  bozuldu. Yoldaş’ın bu sayısında yapılan değerlendirmeler bizleri şok etmişti. Tıpkı Doğu PERİNCEK’ciler gibi onlar da 71 devrimci geleneğini eleştiriyor, Mahir ve Deniz’lerin mücadele anlayışlarını, küçük-burjuva maceracılığı olarak değerlendiriyorlardı. Ayrıca, Sovyetler Birliği için yapılan Sosyal- emperyalizm saldırganlığına da aynen katılıyor ve savunuyorlardı.

Yoldaş’ın bu sayısından sonra Cepheci’ler olarak bizler, yoldaş taraftarlarını ‘Deniz’leri terk etmek, onların mücadelelerine ihanet ederek Doğu Perinçek’in kuyruğuna takılmakla suçlayıp ilişkilerimizi büyük oranda kestik. Bununla da kalmayarak, Deniz’in kişiliğini savunmaya kalktıkları her verdet  onları susturmaya çalışarak, Deniz ismini ağızlarına almamaları gerektiği konusunda uyarmaya başladık.

 71 isyanı ; 50 yıllık kulağı üzerine yatan bir harekete olan tepkinin patlamasıydı aslında.

Buna ragmen ,50 yıllık sessizligin gelenegini  savunanların da, 71 direnişçilerine karşı söz söylemesi, bunların pısırık ve korkak tutumları nedeniyle bizlerin haklılığına olan inancı arttırıyordu aslında. Örneğin, TÜRKİYE SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ (TSİP)  merkez yayın organı ‘İLKE’ de Türkiye’de ’ sol sapma’ adlı eleştiri yazısında Mahir’i eleştiriyor olmasına rağmen hiç kimse tarafından ciddiye alınmıyor, üstelik de onlar eleştirdikçe MAHİR’ciler çoğalıyordu...

Devam edecek...