El Fetih Fedaileri Yazdır


Ankara Radyosu’nun saat 19.oo haberlerinde sunucuyu dinlerken donakaldık.

-Diyarbakır Tıp Fakültesi’ni dinamit ve tahrip kalıplarıyla havaya uçurmak isteyen bir grup terörist, polis tarafından yakalandı. Teröristlerin sorgusu sürüyor..”.

Hürriyet haber Ajansı Büro Şefi Aziz KORKMAZ’la birlikte Mardin-Diyarbakır arasında Şeyhan’a yakın bir yerlerde, yoldayız. Mardin’in Savur İlçesine bağlı köylerde eşkıya takibi sırasında Jandarmaca köylülere yapıldığı öne sürülen işkence olaylarını ve işkenceden ölen köylülerin aileleri ile görüşmekten dönüyoruz...

Günlerden 1 Şubat 1970.

Radyodan duyduğumuz haber ürkütüyor bizi.

O günlere kadar bölgemizde, hele Diyarbakır’da resmi tanımlamasıyla; terörist hareketlere rastlanmadığı için, haber bir bomba etkisi yapmıştı.

Mardin-Diyarbakır arası dolmuş yapan taksinin şoföründen biraz daha hızlanmasını istiyoruz.

Mardinkapı’daki taksi durağında iner inmez gazete bürolarımıza koşuyoruz.

Radyodan haberi dinleyen tanıdıklar yolumuzu kesip, neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorlar. Ama, henüz olayın ayrıntısını biz de bilmiyoruz.

Olayın sokağa yansıması çok ilginç;

-Diyarbakır’a sızan komünistler kentin önemli yerlerini havaya uçuracaklar...

Tıp Fakültesi o tarihlerde Fiskayası yolu üzerinde, sonraki yıllarda kolej olarak kullanılan binada eğretim veriyor.

O güne kadarki anlayış böyleydi. Her olumsuz davranışın içinde mutlaka Komünist parmağı olduğuna inanılırdı...

Bürolarımıza ulaşır ulaşmaz, olayın araştırmasını yapmaya başladık. Olay abartılmış olmasına karşın doğruydu.

Olayın abartılı yanı ise, “Tıp Fakültesi’nin havaya uçurulacağı” bölümüydü.

Gerçek şöyleydi;

-Lübnan’daki El-Fetih kamplarında gerilla eğitimi gördükten sonra Suriye üzerinden Türkiye’ye dönen çoğu üniversite öğrencisi bir grup genç, gecenin geç saatlerinde geldikleri Diyarbakır’da barınacak yer ararken, Fis Kayası üzerindeki Tıp Fakültesi  pansiyonunda gecelemek istemişler. Kendileri de öğrenci oldukları ve çoğu ODTÜ’lü olduğu için burada kolayca yer bulabileceklerini hesaplamışlar. Ancak, yurtta aradıkları  arkadaşlarını bulamayınca, beraberlerinde getirdikleri silah ve cephaneleri binanın, üzerinde kurulu olduğu kayalıkların kovuklarına gizleyerek kentteki sabahçı kahvelerinde oturup sabahı beklemeyi kararlaştırmışlar. Dikkat çekmemek için de birkaç kahveye dağılmışlar. Amaçları ertesi gün Diyarbakır’Ť terk etmek. Ama olmamış. Gecenin saat 03.00’ü sıralarında bir sabahçı kahvesinde şüpheli hareketleri dikkat çeken Erzurum Atatürk Üniversitesi öğrencisi Kadir Manga’nın bir gece bekçisi tarafından karakola götürülmesiyle olay ortaya çıkmış. Polisler biraz sıkıştırınca da Kadir Manga, Türkiye’den kalabalık bir öğrenci grubu Lübnan’a gidip El Fetih kamplarında eğitimlere katıldıklarını, Türkiye’ye nasıl ve hangi yollardan döndüklerini, Suriye sınırını geçerken sınırdaki jandarmalara nasıl rüşvet verdiklerini anlattıktan başka, Tıp Fakültesi’nin altındaki kayalıklara sakladıkları silahların ve diğer sabahçı kahvelerinde sabahı bekleyen arkadaşlarının da yerini göstermiş. Silah ve patlayıcı maddelerin Tıp Fakültesi’nin altındaki kayalıklarda bulunmuş olması da ilk etapta buranın havaya uçurulacağı biçiminde yorumlanmış...

Nitekim, sabahçı kahvelerinde otururken birer ikişer yakalanan gençler gerek poliste ve gerekse mahkemede verdikleri ifadelerinde kesinlikle Diyarbakır’a yönelik herhangi bir eylem düşünmediklerini söylediler. Tıp Fakültesi’ne kesinlikle bir eylem için değil, barınmak için oradaki arkadaşlarını görmeye gittiklerini, ellerinde silah ve cephane torbaları ile kentte dolaşmamak için de fakülte binasının altındaki kayalıklara gizlediklerini anlattılar.

Lübnan’da El Fetih kamplarında eğitim görmelerinin amacının da Ankara ve İstanbul’daki Amerikan ve İsrail elçilikleri ile bu ülkelerin Türkiye’deki askeri hedeflerine eylem yapmak olduğunu anlattılar…

Durum böyle iken Anadolu Ajansı, geçtiği ilk haberlerde grubun Diyarbakır’da eylem yapmak üzere geldiğini geçmişti…

GENÇLER YAKALANIYOR

İlk yakalanan Kadir MANGA’nın anlatımlarının ardından sabaha kadar kent içinde operasyon düzenleyen polis ekipleri, Ali TENK, Ahmet Tuncer SÜMER, Ercan ENÇ ve İran uyruklu Hamit YAKUP’u sabahçı kahvelerinden topladılar.

Suriye’den Türkiye’ye geçtikten sonra çeşitli kentlere dağılan grubun içinde yer aldıkları saptanan Hüseyin İNAN ile Alpaslan ÖZDOĞAN Gaziantep’te, Atilla KESKİN, Müfit ÖZDEŞ, Bahtiyar EMANET ile Teoman ERMETE Malatya’da yakalanıp Diyarbakır’a getirildiler.

Çeşitli eylemlerde, özellikle de 6 Ocak 1970 günü ODTÜ’de bulunduğu sırada Amerikan Büyükelçisi KOMER’in arabasını yakmakla tanınan ve hakkında gıyabi tutuklama kararı bulunan Hüseyin İNAN, yanında Alpaslan ÖZDOĞAN olduğu halde, arkadaşlarının yakalandığını öğrendiğinde yeniden Suriye’ye geçmeye çalışırken Kargamiş yakınında ele geçirilmişti.

Hüseyin İnan da Diyarbakır’a getirildi.

 

Bilindiği gibi Hüseyin İNAN, eylem arkadaşları Deniz GEZMİŞ ve Yusuf ASLAN’la birlikte 6 Mayıs 1972 günü asılarak idam edildi.

Yine Diyarbakır’da yakalanan öğrencilerden Kadir MANGA ile Alpaslan ÖZDOĞAN 31 Mayıs 1971 günü Nurhak Dağları’ndaki çatışmada öldürüldüler.

Suriye’den Türkiye’ye giriş yaptıktan sonra dağılan grubun içinde bulundukları saptanan Mustafa YALÇINER,

Hüseyin ELMACI, Yavuz  KAÇAR, Halis ÖZGÜN ve Mehmet ERDOĞAN o günlerde izlerini kaybettirmeyi başardılar.

YARGILAMA BAŞLIYOR

Bir gece önce başlayan operasyonlar 2 Şubat 1970 günü sabahının erken saatlerinde tamamlandı. Ve gençlerin sorgulamaları başladı. Büyük bir gizlilik içinde, zaman zaman MİT’in de katıldığı sorgulamalar 6 günde tamamlandı ve nihayet gençler 7 Şubat Çarşamba günü sabahı Adliyeye sıkı güvenlik önlemleri altında getirildiler. Tümü de perişandı. Saçları sakalları birbirine karışmış, elbiseleri kir içinde...

Gençlerin İç Kale’deki Adliye Binası’na getirilişleri büyük olay oldu.

Polis bir gece önceden, Tüm İçkale’yi içeriden ve dışarıdan abluka altına aldıktan başka, Adliye’ye giriş yolu olan İzzetpaşa Caddesi’nin büyük bir bölümünü trafiğe kapamıştı. O gün Adliye’deki tüm duruşmalar durduruldu. Binaya giriş ve çıkışlar sıkı biçimde denetim altında tutuldu.

Polisin bu davranışı halk üzerinde de büyük etki yaptı. Olayla ilgili merakı daha büyüttü. Söylentileri daha çeşitlendirdi.

Biz gazeteciler, sıkıca aranıp kimlik kontrolünden geçtikten sonra Adliye binasına girebildik.

AMERİKAN VE YAHUDİ EMPERYALİZMİ

Polisin koridorda bekletilen gençlerin fotoğraflarını çekmemize izin vermemesi üzerine savcı yardımcılarından yardım istedik. İmdadımıza Savcı Yardımcısı Eyüp İBİŞOĞLU yetişti.

Sanık gençleri ve ele geçirilmiş silah ve cephaneleri kendi odasına aldırarak fotoğraf çekmemizi sağladı. Bizler fotoğraf çekerken Eyüp İBİŞOĞLU da gençlerle söyleşiyordu. Bu söyleşi sırasında hangi yollardan El-Fetih’e gittiklerini, orada neler yaptıklarını, dönünce neler yapmayı tasarladıklarını öğreniyorduk. 

Gençlerin hiçbir şeyi inkar etmeden büyük bir rahatlıkla ve cesurca Türkiye’de, özellikle Amerikan ve İsrail emperyalizmine karşı eylem yapmak üzere El-Fetih’e gittiklerini, burada gerilla eğitimi aldıklarını sabotaj eylemleri konusunda bilgi aldıklarını, dönüşlerinde sınır üzerindeki Suriyeli askerlere ve Türk kesimindeki jandarmalara rüşvet verdiklerini anlatıyorlardı.

Gençlere sorular soran Eyüp İBİŞOĞLU, arada bir  “Bakın çocuklar siz hepiniz üniversitelerde okuyorsunuz, yarın her biriniz bu ülkenin kaderinde söz sahibi olacak yerlere geleceksiniz. Bana öyle geliyor ki, sizler Lübnan’ı merak ettiğiniz için, macera olsun diye pasaportsuz yurt dışına çıktınız. Dönüşte de sınıra yakın bir yerlerde bu silah ve cephaneleri bir torba içinde bulup beraberinizde Türkiye’ye getirdiniz. Eğer yakalanmasaydınız, sabah bunları güvenlik kuvvetlerine teslim edecektiniz değil mi...?”

İBİŞOĞLU ile göz göze geliyoruz. Gülümsüyorum. O da gülümsüyor. Sanırım Eyüp Bey gençlere kopya vermeye çalışıyordu. Çünkü hepsi, istikbal vaad eden pırıl pırıl gençlerdi.

Savcı Yardımcısı Eyüp İBİŞOĞLU’nun bu jesti yerini bulmuyor maalesef.

Hüseyin İNAN direniyor.

-Hayır efendim. Bizler Amerikan ve İsrail emperyalizmine karşı eylemler yapmak, tam bağımsız Türkiye ideali uğruna savaşmak üzere El-Fetih’e gittik. Orada bu amaçla eğitim gördük...”

Savcı Yardımcısı biraz da sertleşerek yanıtlıyor Hüseyin İNAN’ı;

-Amerika ve İsrail’e karşı savaşın Türkiye ile ne ilgisi var. Hazır yurt dışına çıkmışken Gidip oralarda:eylem yapsaydınız ya.”

Hüseyin İNAN ısrarlı;

-Amerika ve İsrail emperyalizmine karşı dünyanın her yerinde savaşmak kutsaldır ve devrimcilerin görevidir.

Savcı Yardımcısı Eyüp İBİŞOĞLU hepimizi dışarı çıkarıyor.

Daha sonra sorguya alınan gençlerin tümü tutuklandı. Haklarında, “Pasaportsuz yurt dışına çıkmak, ruhsatsız silah ve mühimmat bulundurmak, gizli cemiyet kurarak devletin nizamını sarsıcı faaliyetlerde bulunmak” suçlarından dava açıldı.

DEMOKRATİK (!) SORGULAMA

Gençlerin sonraki duruşmaları hep ilginç diyaloglarla geçti. Gençleri daha ilk andan itibaren ünlü Avukatlardan Niyazi AĞIRNASLI ile Halit ÇELENK’le birlikte Diyarbakır’dan 10 kadar avukat savunuyordu.

İlk duruşmada gençler, poliste gözaltında bulundukları süre içinde maddi ve manevi işkence gördüklerini belirtmeleri üzerine Siyasi Şube’de görevli polislerin de ifadeleri alındı.

Duruşmada ifade veren Siyasi Şube amirinin, işkence iddialarını red ederken söylediği “Hayır efendim, sanıklara kesinlikle işkence yapılmamıştır. Onları 6 gün boyunca şubemizde misafir ettik. Her türlü ihtiyaçları karşılandı. İfadelerini de DOMOKRATİK usullerle aldık” demesi duruşmayı izleyen herkesi güldürdü. Mahkeme heyetini bile. Bu konuşma üzerine izleyiciler fısıltı halinde birbirlerine “Acaba ifadeler alınırken hangi demokratik usuller kullanıldı...”  sorusunu sormaya başladılar. Sonuçta tutanaklara Şube amirinin dedikleri geçti.

-Sanıkların ifadeleri demokratik usullerle alınmıştır...”

EL FETİH’İN RESMİ TANIMI

Gençlerin tutukluluk halleri 8 ay sürdü. 2 Şubat 1970 günü yakalanıp gözaltına alınan gençler 8 Ekim 1970 gününe kadar tutuklu kaldılar

Bu süre içinde yapılan duruşmalara gençlerin aileleri, yakınları yanında Ankara ve İstanbul’dan çok sayıda öğrenci katılıyor, yargılamaları dikkatle izliyorlardı.

Her duruşmaları ilginç söylemlerle geçen gençlerin tahliyesini denilebilir ki Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen bir yazı sağladı.

Mahkemenin “El Fetih’in komünist bir örgüt olup olmadığının Dışişleri Bakanlığına sorulması” yolunda verdiği karar üzerine gelen cevabi yazıda “El Fetih’in kendi ülkesi için savaşan milli bir kurtuluş örgütü olduğu, kendi toprakları Filistin’i İsrail işgalinden kurtarmak  için mücadele ettiği ve komünist bir örgüt olmadığı” vurgulanıyordu.

ADALETE ALKIŞ

Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen yazının okunmasından sonra, sanık avukatları bir kez daha tahliye isteminde bulundular. Bu isteğe İddia makamında bulunan Savcı Yardımcısı Vedat PAK’ın da katılması salonda büyük bir sevinç rüzgarı estirdi. Özellikle savcı yardımcısı Vedat PAK fazlaca alkışlandı.

İddia makamının sanıkların lehine tavır takınması sanık gençleri de duruşmayı izleyen yakınlarını ve arkadaşlarını duygulandırdı.

Sonuçta Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Reşit KAVASOĞLU, yargıçlar Mehmet ATALAY ile Suat MERİÇELLİ’den oluşan heyet, gençlerin tutuklu kaldıkları süreyi göz önüne alarak tahliyelerine karar verdi. Karar büyük alkışlarla karşılandı. Gençler, avukatlar, aileleri izleyiciler birbirlerine sarılarak kararı heyecan ve göz yaşları arasında kutladılar.

Böylece tam 8 ay 6 gün tutuklu kalan gençlerin tümü (Hüseyin İNAN dışında) tahliye oldular. Hüseyin İNAN, başka suçlardan hakkında giyabi tutuklama kararı bulunduğu için ceza evinde kaldı. Eylem arkadaşları Deniz GEZMİŞ ve Yusuf ASLAN’la birlikte asılarak idam edildiği 6 Mayıs 1972 gününe kadar da ceza evinden çıkmadı.

Serbest kalan gençlerden Kadir Manga ile Alpaslan Özdoğan tahliye olduktan 8 ay sonra Sinan Cemgil ile birlikte, Malatya’daki Amerikan üssüne karşı Nurhak Dağlarında bir eylem hazırlığı içinde iken uğradıkları jandarma baskınında 31 Mayıs 1971 günü katledildiler….

---------------------------------------------------------------------

(*) M.Mercan’ın “Gazetecilik Anıları” katip çalışmasından  bir bölüm)

Benim notum: Hüseyin İnan ile ilgili olarak bir noktayı yanlış hatırlama söz konusu. İnan, ötekilerden daha sonra da olsa tahliye olmuştu. Zira kendisini 1970’li yılların sonlarında ODTÜ’de hatırlıyorum. Ek olarak, 12 Mart 1971 sonrasında yeniden yakalandı. Hüseyin İnan’ı yakalanmasının hemen ardından bir albaya kelepçeli olarak bağlı gösteren bir de fotoğraf vardır. (Engin Erkiner)

 

Yazı, Diyarbakır grup sitesinden alınmıştır.