bir dönemden kısa notlar (8) Yazdır


Bundan  10 yıl önce Paris’te görüştüğüm 78’liler vakfı yöneticilerinden birisi birkaç şahit huzurunda Türk istihbaratının hemen hemen Türkiye’deki tüm örgütlere sızdığını, hatta merkezlerine kadar geldiğini, bir tek PKK’nin merkezine sızamadığını anlatmıştı. Hatta bazı örgütlerin kuruluş aşamasında ele geçirildiğini anlatmıştı. O zaman bunu abartılı bulmuştum. Ancak şimdi soğukkanlı bir şekilde düşündüğümde, bazı olayları yan yana getirdiğimde, söz konusu arkadaşın değerlendirmesinde gerçeklik payının oldukça yüksek olduğuna inanıyorum. Devlet sadece sol örgütlere değil, sağında merkezine sızmıştı ve 12 Eylül bunun için oldukça kolay bir biçimde tezgahlanabildi. 12 Mart 1971 öncesi 68 kuşağı tüm ideolojik ayrılıklara rağmen birbiri ile çatışmazken, tam tersine birbiri ile dayanışma içine girerken, hatta bir birlerinin özgürlüğü için ölümü göze alırken, 78 kuşağı tam tersine birbirini vurur hale getirildi. 12 Eylül’den sonra ise örgütler kendi içlerinde hesaplaşmaya başladılar. HDÖ, Acilciler, TİKKO, Dev-Sol, Dev-Yol, hemen hemen tüm sol örgütler, yenilginin faturasını kendi yoldaşlarına yükleyerek, iç çatışmalarda, bir zamanlar birlikte ölüme yürüdükleri yoldaşlarının katili oldular. Bu tesadüf olamaz. Bu çatışmalardan sonra birçok illegal sol örgüt tasfiye oldu. Adları dahi anılmaz duruma düştüler.

Bu örgütlerin ortak paydası, toplumsal bir meşruiyet kazanmamış olmalarıydı. Her ne kadar 1990’lardan sonra bir çok illegal örgüt artık legalleşmek gerektiğini savunsa da, hala Türkiye’de sözde illegal örgütlerden geçilmiyor. Ancak bu örgütler toplumsal bir meşruiyet sahibi olamadılar. Kitleler nezdinde varlıkları dahi kabul edilmeyen sayısız örgütçükler bulunmaktadır. Çağımızda bu tür örgütlenmelerin akıbeti, çeteleşme, mafya, istihbarat örgütleri ve uyanık bireyler tarafından kullanılma ötesine geçemez. Nitekim Türkiye’de bu tip örgütlenmeler, kendisini lider ilan eden çapsız, gayrı meşru kişiliklerin elinde bir oyuncağa dönüştüler.

Geçmiş mücadeleden ders alan, kendini yetiştiren tek tek devrimci bireyler ise, bulundukları sahada toplumsal meşruiyet kazandılar ve toplumsal bir kişilik haline geldiler. Sözde örgüt lideri geçinen bazıları toplumda en ufak bir değer kazanamazken, tek başına devrimci mücadelesini sürdürebilen bazı bireyler toplumsal meşruluk kazanarak, kitlelere mal olmuş değerlerin sahibi oldular. Sözde önderleri kızdıran aslında bu tip toplumsallaşmış bireylerdir. Bu bireylerden biri 28 yıla yakındır Avrupa’da yaşayan THKP- C Acilciler örgütü kurucularından ve daha sonra TKEP yöneticiliği yapmış olan  Engin Erkiner’dir.  Boynunda idam ipi taşıyan bir insan olarak cezaevinden kaçarak Orta-Doğuya çıkan ve oradan Avrupa’ya gelen insanlardan birisidir. Bulunduğu sahada ömrünü devrime, devrimcilere, emekçilere adayarak bir yaşam sürdürdü.  Birçok örgütlülük içinde yer aldı, almakta, bir çok kitap yazdı, yazmakta, bir çok edebi, politik yayın organı çıkardı, çıkarmaya devam ediyor. Adeta tek başına bir örgüt gibi çalışıyor. Yollarımız hayatın bir döneminde ayrı düşse de, onun mücadelesini hep izleyenlerden birisi oldum. Her yaptığını beğendiğim söylenemez. Ancak o inandığı gibi yaşayan ender devrimcilerdin birisidir benim için. Ve bundan dolayı değerlidir. Beni ilgilendiren bireyin, düşündüğü ve inandığı gibi yaşamasıdır. İnsan devrimci ise devrimci gibi yaşar. Kişinin yaptıkları ile düşünceleri uyum sağlamıyorsa tutarlı bir insan sayılamaz. Benim 2,5 yıldır süren bir tartışmada taraf olmamın gerekçesi işte budur. İnsan ne düşünüyor,  toplumsal kurtuluş için neler öneriyor ve toplumsal yaşam için önerdikleri gibi yaşamını sürdürüyor mu? Aslolan budur.

Sen toplumun kurtuluşu için çok büyük laflar edeceksin, ama iktidardan uzaklaştırmak istediğin egemenler gibi yaşayacaksın bu kabul edilemez. Yukarıda bahsettiğim bir çok sahte önder hala böyle yaşamaktadır. Devirmek istediklerini söyledikleri egemenler gibi yaşamayı seçiyorlar ve ezilenlerin, emekçilerin önderliğine soyunuyorlar. Ancak artık çağın değiştiğinin, yaşamlarını gizleme olanaklarının kalmadığının farkına varamıyorlar. Oysa artık gizlilik koşullarının ortadan kalktığı bir ortamda kendi öz kişiliklerini gizleme olanakları bulunmamaktadır.

Gelelim Haydar Yılmaz’a bu insan kendi rüştünü Mamak Cezaevindeki direnişi ile ispatlamış ender devrimcilerden biridir. Geçmişte örgüt içinde bulunduğu önder konumu yanında, boynuna geçirilmek istenen idam ipine rağmen, inandığı gibi yaşamaya devam etmiş ve etmekte olan bir insan olarak o artık toplumsal meşruiyeti olan özgün bir bireydir. Hiçbir karalama çabası, bu bireyin devrimciliğine, inanmışlığına gölge düşüremez. Yolları çoktan ayrılmış ta olsa onun kadim yoldaşları, ona yapılan alçakça saldırılara siper olmasını bilirler. Çünkü gerçek devrimciler, yaşamını hiçe sayarak ömrünü devrime adamış olanların, örgütsüz de olsalar, sözde örgütlü yapılar tarafından hırpalanmalarına seyirci kalmazlar.

Yine tarafımdan zaaf göstermiş bir devrimci olarak değerlendirilen İbrahim Yalçın uzun yıllar yaşadığı cezaevi koşullarında, gösterdiği direnişçi, mücadeleci kişiliğiyle hepimize örnek olmuş bir geleneğin sürdürücülerinden birisi olmuştur. Sonrasında  içine düştü elverişsiz koşullardan, serbest bırakıldıktan kısa bir süre sonra  yakalandı. Polis sorgusunda takındığı (benim için zaaf olan)  tutumunu ikircim içine düşmeden anında örgütüne aktararak, örgütün tedbir almasını sağlamış olması, onun dürüstlüğünün göstergesidir. Bugün yayınladığınız el yazmalarını,  bu insan kendi özgür iradesi ile yazarak örgüte sunmuştur. Örgüt kongresinde içine girdiği ilişkiyi açıklaması yöneticiler tarafından engellenmiş ve kendisine ikircimsiz inanıldığı söylenerek, bizzat kendisini sonradan ajan olarak ilan edenler tarafından politik büroya önerilerek seçilmiş ve Avrupa Sorumlusu olarak atandığı için bulunduğu sahadan Avrupa’ya gelmiştir. Söylendiği gibi kaçarak Avrupa’ya geldiği koca bir yalandır.

Yine bana gelince  1975 yılından 1988 yılına kadar Acilciler örgütü içinde yer aldım, bulunduğum sahalarda yönetim düzeyinde görev aldım, kitlesel ve politik çalışmalar içinde yer aldım. Ayrılık sonrasında çeşitli gazete ve dergilerde yazarlık yaptım,  yüzlerce makale kaleme aldım, yüzlerce kitlesel eyleme katıldım,yüzlerce seminer verdim. Kürdistan Aydınlar Birliği ve Kürdistan Ulusal Kongre üyeliği yaptım. Kürdistan Aleviler Birliğinde 8 yıl yönetici düzeyinde çalışma yürüttüm, Zülfikar Dergisinde ve Semah Dergisinde Genel Yayın yönetmenliğinde bulundum. Bulunduğum sahada toplumsal meşruiyeti olan bir birey oldum.

Kendisine örgüt yönetici sıfatı yakıştıran Mihraç Ural bu 30 yılda ne yaptı izah edebilir mi acaba? Hiç birimiz bu yaptıklarımızla övünme derdinde değiliz. Biz devrimci olarak yapmamız gerekenleri yaptık. Yaptıklarımızın yeterli olduğunu da iddia etmiyorum. Yapabileceklerimin hepsini yaptığımı söyleyemem. Kendimi yapamadıklarımdan dolayı acımasızca eleştiriyorum hala. Benimkisi bir durum tespitidir.

İnsan bir dönem kendisine önderlik edenleri elinde hiçbir kanıt olmadan ajan ilan ederse kimi inandırabilir. Kendisini her eleştirene ajan gözü ile bakıyorsa bireyin ciddi bir sağlık sorunu var demektir. Tavsiyem acil olarak doktora görünmesidir. Hastalığı kabul etmiyorsa, tasfiyeci olduğunu kabul etmek zorundadır. Bir noktaya daha değinerek son vermek istiyorum. Mihraç benim için bir tasfiyecidir. Bir örgütün maddi olanaklarını ele geçirmek için, örgütü tasfiye etmiştir. Bizim şimdi yapmak istediğimiz ve 88 ‘de yaptığımız da tasfiyecinin tasfiye edilmesi eylemidir. Çağrımız Türkiyeli devrimcilerin kendi içlerindeki tasfiyeci yöneticileri, önderleri bulup ortaya çıkarması ve tasfiye etmesidir. Bu başarılabilirse, devrimci hareket sağlıklı bir yapıya kavuşturulabilir.

Şunu açıkça ilan ediyorum. Her kim olursa olsun, mesnetsiz, belgesiz, sadece kin amaçlı, çekememezlik amaçlı olarak, politik ve bireysel çıkarları için eski yoldaşlarına ajan, işbirlikçi, hatta hain deme hakkını kendinde bulamaz. Meydan o kadar boş değildir. Her yazılana, sorulan her soruya bazı çapsız, ne idüğü belirsiz kişileri araya sokarak, onlar eliyle cevap yetiştirmeye çalışan, becerebilirse tehdit edenler bilmelidir ki, tehditleri, karalamaları, olası saldırıları, benim susmamı sağlayamaz. Benim susmamın tek koşulu var. Söz konusu kişi, iftiralarından vazgeçecek,  polis, ajan, işbirlikçi, hain suçlamalarını terk edecek, varsa politik eleştirileri elbette yapacak, ama kendisi de hesap vermekten kaçmayacak. Bunun tek koşulu 23 yıl önce toplanan ve kendisini Genel Sekreter, bizleri de yönetici seçen 1. Kongre delegelerinin tarafsız bir sahada, devrimci hareketin şahitliğinde yapacakları bir toplantının iradesini kabul etmektir. Bunu kabul etmezse suçludur demektir. Bunu yapmazsa, iddia ettiği gibi bir örgüt ve Sekreteri yok demektir. Nerede görülmüştür, 23 yıl hiçbir kongre yapmadan liderlik sürdürmek. Bu kişinin yalnız kaldığının göstergesidir. Sordum, soruyorum, Yusuf niye öldürüldü, Sami’ye ne oldu, çok şey var başka soru sormuyorum. Bir de Müntecep’i “kaza” ile öldüren kişiye ne yaptınız, nasıl bir tavır aldınız. Bunları bilmek tüm eski Acilcilerin hakkıdır sanırım.

Yine söylüyorum, Kürt Özgürlük Hareketinin sıradan bir taraftarı olarak, 23 yıl sonra yeniden Acilci olma, yeniden eskiye dönme eğilimim yoktur ve olamaz. Ama ömrüm boyunca yaptığım her şeyin ardında olduğum için, hala devrim için en ufak bir çabanın içinde olan eski yoldaşlarımın, haksız bir biçimde hırpalanmalarına da sessiz kalmam. Benim asıl amacım bu, dışında ne gizli bir ajandam var, ne de politik hesaplarım var. Ben onurumla 40 yıl devrimcilik yaptım ve şimdi de aktif politik çalışmalara son verdim, bir Kürt aydını, Kürt bireyi olarak, halkımın haklı mücadelesine destek vereceğim ve becerebilirsem, yaşadıklarım da dahil, kazandığım deneyimlerimi gelecek kuşaklara yazılı olarak aktaracağım.