-DEMOKRASİDEN FAŞİZME-
Küresel kapitalizmin kendini dayattığı 1990 lı yıllar aynı zamanda ideolojik örgüsünün de örüldüğü yıllardır. S. Huntington sınıf mücadelesi yerine “ medeniyetler çatışmasını” ikame ederken (farklı etnik kökenlilerin, farklı dinsel ve mezhepsel inançların), Fukiyama çoktan kapitalizmin/neo liberalizmin ebediyetini, sonsuzluğunu ilan etmişti bile. Gerçekten bu yıllarda küresel kapitalizm, iki ideoloğunun aynı kapıya çıkan zırvalarını Yugoslavya’nın parçalanmasında sahneye koymuş, bir yandan özyönetimci ve farklı etnik köken ve dinsel/mezhepsel inançtan insanların aralarında yarattığı kışkırtmalarla birbirine kırdırmış ve Huntingtonun “ medeniyetler çatışması” nı doğrulamış, diğer yandan kapitalizmin küresel pazara uygun yapılanmasında engel olan “kapitalizmin pazar dışı” alanını kapitalizmin alanı haline getirirken Fukiyamanın “ebedi ömür” biçtiği neo liberalizm adını verdiği küresel kapitalizmin ölümsüz tanrılar içkisi nektar içtiğini ve böylece ölümsüzlüğünü ilan etmiştir. Küresel kapitalizmin, yeniden yapılanmasına uygun olmayan engelleri kaldırma adına Afganistan, Irak, Libya, Suriye’nin dışardan işgali, SSCB nin içerden fethi, Arap ülkelerinde “Arap Baharı” olarak adlandırdığı ve ayaklanmanın sonuçlarını lehine çevireceğinden kuşkusu olmayan hareketlerin organizesi olarak devam etmiştir. Küresel kapitalizmin sözcüleri her gün finans cephesinin, bankaların, borsanın, yatırımların, doların, Euro’nun kazandığı zaferlerle mest olurken gerçek, yer kürenin bütün ülkelerinde ansızın patlayıverdi. Küresel kapitalizm kendi bünyesine uygun mecrasını hazırlarken dünya halkları boğazlarını sıkan işsizlik, yoksullaşma, sosyal hakların kısıtlanması, savaşlar ve sömürünün amansız baskısına karşı ayağa kalkıverdi. Küresel kapitalizmin 1990-2000 li yılları tarihin “menderesler çizdiği” yıllardı ve tarih yönünü doğrultmuş, kitlelerin nehri okyanusa ulaşacak mecrasına girmişti. 2000 li yılların başında başlayan küresel kapitalizme karşı bugün şu ülkede, yarın bu ülkede, bazen arka arkaya ayaklanmalar, isyanlar, kitlesel protesto hareketleri gündemi belirlemeye başladı. Seatle, Paris,Cenova, Prag, Roma, Rabat, Newyork/Occapi/Wall streeti işgal eylemleri, Atina, İstanbul/Türkiye Gezi, Mısır/Tahrir meydanı ayaklanmaları, İspanya da öfkeliler/İndignados hareketi yeni dönemin potansiyel anti kapitalist hareketleridir. Bu hareketler simgesel de olsa yükselen antikapitalist hareketin kapitalizme karşı altenatif oluşturması açısından önem arz eden yanı ise hemen 2001 yılında Brezilyanın Porto Allegre kendinde oluşturulan Dünya sosyal formudur. Dünya sosyal formunu Avrupa sosyal formunun takip etmesi küresel kapitalizme karşı küresel direnişin, işçi sınıfının küresel birleşik örgütü tarafı işlenmeye muhtaç küresel ham maddeleridir. Bu tür işçi sınıfı partisinin kararlı ve uzun vadeli yol gösterici programının etkisi altında gelişmeyen kitlesel eylemlerin “kendiliğinden gelişen potansiyel eylemler” olduğu ve bunların sonuca götürücü nitelikten yoksunlukları konusunda yapılan tartışmalar sınıfsal içerikten ve bütünlükten yoksundur. Gerçekten de 2006-2007 li yıllarda bu tür eylemlerin durağanlaştığı görülmektedir. Kapitalizmin 2008 yılında girdiği kriz ve bunun kitlelerin yaşamlarına olumsuz yansımaları karşısında kitlesel hareketlerin yeniden canlandığı görülmektedir. Örneğin, Wall Street işgal eylemleri, Gezi eylemleri, “Arap Baharı” ayaklanmaları 2008 krizi sonrasıdır. İşçi sınıfı örgütünün deney ve tecrübesine kapitalizm karşıtı başka gelişmeleri de eklemesi gerekir. Savaş karşıtı hareketler bunlardan biridir. Özellikle yakın tarihte ABD nin 11 Eylülü bahane ederek giriştiği işgal hareketlerine karşı dünyanın dört bir yanında güçlü protesto hareketleri bunlardan biridir. Irakın işgaline karşı 2003 yılında Türkiye’de TBMM den Irak’a asker gönderilmesine karşı yapılan kitlesel protestolar anılmaya değerdir. Bu hareketler de çoğunlukla öncülükten ve önderlikten yoksundur, ancak bu olgu işçi sınıfı örgütüne bu hareketleri yok sayma, küçükseme hakkı vermez. Tersine işçi sınıfı örgütüne bu kesimlere de örgütleme ve öncülük etme görevini yükler. Hatta şu bile ileri sürülebilir: Bu hareketlerin itici gücü genellikle orta sınıfların aydın kesimidir, devrimci sınıfın damgasını taşıyan hareketler değildir. Bu tespitten çıkılarak orta sınıfın başını çektiği hareketlere güven duyulamayacağı sonucuna varılmaktadır. Sebep doğrudur, sonuç yanlıştır. Dünyada hiçbir sınıfın devrimi salt o sınıfın homojen yapısıyla başarıya ulaşmış değildir. Ne burjuva devrimleri, ne sosyalist devrimler… Göz ardı edilen nokta şudur: Her sınıf gibi orta tabakalar da mensubu bulunduğu ve kendilerinin ait olduğu sosyal, siyasal ve ekonomik çıkarları adına hareket ederler ve her orta sınıf eylemi kendi başına ne ilericidir ne de gericidir. Bu sınıfların hareket yönünü belirleyen temel sınıfların bu tabaka üzerindeki etkisi ve örgütlülüğüdür. Her toplumsal eylemleri ilerici olmadığı gibi gerici de değildir. Bu sınıflar üzerinde işçi sınıfının bıraktığı boşluğu gerici sınıflar, gerici sınıfların bıraktığı boşluğu ilerici sınıflar doldurur. Hatta işi şuraya kadar götürebiliriz: 1971 yılında Faşist Pinochet sosyalist Allende’yi devirirken kitlesel desteğini bakır madeni işçilerinin kamyoncuların grevlerinden almıştır dersek sanırım yanılmış olmayız. Sosyalist Allende’nin seçilmesine destek veren Şili Sosyalist ve Komünist partilerinin bu alandaki örgütsel zafiyetlerini Şilili faşistler lehlerine kullanmışlardır. Oysa Venezüella’da gerek Mudarodan önceki ilerici başkan Hugo Chaveze gerekse ölümünden sonraki Mudaroya karşı organize edilen gerici saldırılara Venezüella yoksul işçi sınıfı ve diğer yoksul sınıflar yüz vermemektedir. Bu saldırılar açıkça Venezüella’nın varlıklı ve ABD nin işbirlikçi kesimleridir. Aynı yargıya Gezi/Haziran eylemleri için varmak yanlış olmayacaktır. Gerçekten de Gezi eylemleri sınıf olarak işçi sınıfının organize ettiği, yönettiği bir eylemler bütünü değildir. Daha çok orta sınıf aydınlarının, öğrencilerin ve toplumun sınıfsal yapı itibariyle birbirinden farklı kesimlerinin bir araya gelerek siyasal İslamcı AKP iktidarının daralttığı sosyal yaşam alanlarına sahip çıkmaya yönelik olarak başlattıkları, giderek siyasal İslamcı AKP ye karşı muhalif içerik taşıyan bir protesto eylemidir. Öncelikle siyasal İslamcı gericiliğe karşı bir öfke patlaması olduğu içindir ki ilerici bir karakter taşır. İkincisi, zorunlu olarak vardığı sonuç küresel kapitalizmin iktidar koltuğuna oturttuğu ve Orta Doğuda küresel kapitalizmin yeniden yapılandırılmasında görevlendirdiği AKP iktidarına karşı antiemperyalist/antikapitalist bir duruştur. Oysa gezi eylemlerinin başlangıçta böyle bir hedefi yoktur, eylemin bu karakteri eylem içinde biçimlenmiş, şekillenmiştir. Şimdi, Gezi eylemlerine orta sınıf aydınlarının, öğrenci kitlesinin damgasını vurmasına bakarak arkamızı dönüp “homojen işçi sınıfının eylemi değildir” diyerek dudak mı bükeceğiz, yoksa devrimci örgütlenmenin etkin ve yönlendirici bir güç olamamasının zaafları üzerinde mi düşüneceğiz?. Ya da bugün güncellik taşıyan CHP nin adalet yürüyüşüne bin dereden su getirip kayıtsız mı kalınacak, ya da asgari payda paylaşılıp destek mi olunacak… Sorunun yanıtı sanırım, tarihi görevleri işçi sınıfının iktidar mücadelesini sabote etmek, baltalamak olan kendilerine “liberal” adını veren kesimlerin gezi eylemleri karşısındaki tutumlarıdır. Bunlar akraba/taallukat gezi eylemlerini çok sevmişlerdi… Aynı şekilde CHP nin adalet yürüyüşüne de övgüler yağdırmaktadırlar… Bunlara göre gezi öyle güzel bir eylemdi ki, eylemin güzelliği, eylemi yönlendirecek örgütlü devrimci güçlerin olmayışıdır. Aynı şekilde CHP nin Adalet yürüyüşü de her türlü övgüyü hak ediyor, çünkü örgütlü devrimci güçler bu yürüyüşte etkili ve etkin değiller… Tüm korkuları devrimcilerin etkin ve etkili bir güç olarak toplumsal eylemleri yönlendirme yeteneğinde olmasıdır. Maazallah, ya gezi eylemi devrimci örgütlü güçler tarafından yönlendirilseydi?...Ya CHP nin adalet yürüyüşünde etkili olsalardı?... Bu kesimlerin örgütlü devrimci güçlerin kitlesel hareketleri yönlendirmesinden duydukları korku ve gördükleri kabus ile siyasal İslamcı AKP iktidarının gericiliğe karşı etkin ve etkili gücün devrimci örgütlülük olduğuna ilişkin duyduğu korkunun kaynağı aynıdır. Ya devrimci güçler etkin ve etkili olursa?… Her iki kesimin de kuşkusu olmasın… Tarih yalan söylemez…
|