Engin Erkiner
Taşınma | |
Yeni adres yazinverlag.org | |
Diğer Yazıları |
En yeni yazılar
Bugün | 752 | |
Dün | 2468 | |
Bu hafta | 14624 | |
Bu ay | 15631 | |
Toplam | 10972958 |
Konuk Yazılar
İrfan Dayıoğlu - Seçme Yazılar | |
drive | |
Bütün Yazılar |
Fransa'da kadın örgütlülüğü |
Nuray Bayındır tarafından yazıldı |
Pazartesi, 23 Ekim 2017 17:55 |
Fransa’da kadınların yoğun olarak tarih sahnesine çıkışları 1789 Burjuva devrimi ile gerçekleşti. Bu döneme kadar kadınlar hem çok ağır şartlar altında yaşamakta, hem de bu durumlarını değiştirecek bir mücadele olanağından yoksun durumdaydılar. 1789 Devriminin fiziksel gücünü oluşturan Paris ‘’sans culotte’’ ayaklanmasında ellerinde kazma kürek ve mutfak gereçleriyle sokaklara dökülen kadınlar devrimin önderleri durumunda idiler. 1789’da toplanan hükümet temsilcileri arasında orta tabaka burjuvaziden iki kadın bulunuyordu. 1789 devrimi ile birlikte kadınlar ilk kez siyasi hak mücadelesine giriştiler. Ancak devrimin kazandırdığı insan hakları beyannamesi kadınları içermiyordu. Bu duruma tarihin ilk kadın feministi Olympe de Gouge, 1791 anayasasından önce Kral’a ve Kraliçe Marie Antoinette’e gönderdiği kadın hakları beyannamesi ile karşı çıktı. Bu beyannamede Olympe de Gouge, kadınlar meclisi kurulmasını ve kadınlara oy hakkı tanınmasını talep etmekteydi. ‘’Mademki, kadına giyotine çıkma hakkı veriliyor, öyleyse kürsüye çıkma hakkı da verilmelidir’’ diyordu. De Gouge 1793’te yayınladığı bir siyasi broşür nedeniyle tutuklandı ve giyotin ile öldürüldü. 1789 Burjuva devriminin kadınlar açısından önemi, sadece birkaç sözcünün talepleri ile yetinmeyip kitlesel bir biçimde harekete geçmelerinde yatar. Paris kadınları 1789’da Versailles’i basmışlar, Kral’ı Paris’e davet etmişlerdi. Devrim ile birlikte gazete çıkarmışlar, siyasi kulüpler kurmuşlar, Bastille ve Versailles’da kitlesel gösterilere katılmışlardı. Convention dönemindeki kıtlıklar sırasında Sein nehri boyundaki ticaret gemilerine saldırarak içindeki sabunlara el koymuşlardı. Ancak devrim dalgası durulunca, 4 Kasım 1793 kararnamesi ile bütün kadın kulüpleri kapatıldı. Kadınlar 1792’den beri sahip oldukları meclislere gözlemci olarak katılma haklarını da yitirdiler. Ellerinde sadece devrim ile kazandıkları karşılıklı rıza halinde boşanma hakkı kaldı. Kadınların tekrar mücadele alanlarına dönüşü 1848 devrimi sürecinde başlar. İşçi komisyonlarına delege olarak katılırlar. Kadın gazeteleri tekrar çıkmaya başlar. Çalışma saatlerinin 14 saatten 13 saate indirilmesi için mücadelede öncülük yaparlar. 1870 Fransa’sında sınıf çatışmalarının giderek şiddetlenişi kadın hareketlerini de etkilemiştir. Bu dönemde de kadınlar kısa süre de olsa tarih sahnesinde rollerini oynarlar. İşçi sınıfından kadınlar yoğun bir şekilde komün hareketine katılırlar. Kadınlar komüne erkekle eşit haklara sahip vatandaşlar olarak kabul edilmişlerdir. Seçme ve seçilme hakları vardır. Barikatlarda erkeklerle omuz omuza savaşırlar. Siyasi kulüpler kurarlar. 19.yüz yılın ikinci yarısında gerçekleşen sanayi devrimi kadınları kitlesel olarak emek sektörüne yöneltmiştir. 1871’de Komünün uğradığı yenilgi sonrası Avrupa işçi hareketinin merkezi Fransa’dan Almanya’ya kaymıştır. 1866’da 1. Enternasyonal kurulmuştu. 2. Enternasyonalin 1893 Zürih ve 1907 Stuttgart kongrelerinde kadın sorunu tekrar gündeme gelir. 12 ülkeden 50 delegenin katıldığı bu kongrede 1. Enternasyonal Sosyalist Kadınlar Kongresini destekleme kararı alındı. Kongre Enternasyonal bir kadın örgütünün kurulması ve sekreterliğine Clara Zetkin’in getirilmesini kararlaştırdı. 1910’da 2. Kadın Enternasyonali toplanacak ve 1857’de 40 000 Newyork’lu kadın işçinin greve gittiği gün olan 8 Mart tarihini Enternasyonal Kadın Günü olarak kabul edecekti. 1929 Ekonomik bunalımı ilk önce kadınlara tokadını vuracaktı elbet. 1930-1939 yılları arasında Fransa’da kadınlar işlerinden evlerine gönderildiler. 2. Dünya savaşı yılları Nazi işgalini yaşayan tüm ülke kadınları gibi Fransız kadınları için de ölüm kalım yıllarıydı. Yaşlarına, dinlerine, politik düşüncelerine, mesleki ve sosyal durumlarına göre çok çeşitli farklılıklar taşıyorlardı. Ancak direniş savaşında dillere destan bir mücadele sergilediler. Komünistlerin kurduğu Ulusal Cephe’nin kurucu üyesi Madeline Braun’un yanı sıra Marie Madeleien Fourade, Luice Aubrac, Berty Albrecht ve yaşlılığında Kürt Basını ile Dayanışma Komitesi Üyesi olacak olan militan şair Madeleine Riffaud bu kadınlardan sadece birkaçı idi. Kadın Mücadelesinde Kendi Deneyimim Türkiye’de gerçekleşen 1980 12 Eylül faşist askeri darbesinden sonra Avrupa’ya sürgün gelen politik mülteciler içinde önemli oranda kadınlar da yer almaktaydı. Başlangıçta Türkiyeli ve Kürdistanlı dernek çatıları altında faaliyet yürüten kadınlar sonraki yıllarda kendi özgün örgütlülüklerini de yaratacaklardı. 1983 Başında Paris’te kurulan Anadolu Halklarıyla Dayanışma Derneği (Anadolu-Der)’in kurucu başkanı seçilmiştim. Bu görevi 1985 sonuna kadar sürdürdüm. Söz konusu dönemde Paris’te belli başlı Türkiyeli ve Kuzey Kürdistanlı örgüt taraftarlarının kurduğu en az 10 dernek bulunmaktaydı. Kurulu dernekler içinde tek kadın başkandım. Bu durum uzun yıllar böyle sürdü. Kadınlar göçmen işçi derneklerinin yönetiminde nadiren yer alıyorlardı. Beş bin yıllık erkek egemen toplumda tarih hep egemen sınıfların ve egemen cinsin bakış açısıyla yazılmıştır. Milyonlarca yıl sürmüş olan ana eksenli sınıfsız ve sömürüsüz toplumsal süreci sanki hiç yaşanmamış gibi hafızalardan silen patriarkal sistem özünde kadını yok saymaktadır. Tıpkı ezilen ulusları, azınlıkları ve farklı kültürleri yok saydığı gibi. Batı’da modern kadın örgütlenmesi 68 gençlik hareketi ile birlikte ivme kazanmıştı. 2. Dünya savaşını izleyen yeniden inşa yıllarının ardından batılı ülkelerde oluşmakta olan “refah ve tüketim toplumları” kadını “gerçek tüketici” olarak keşfetmiş, reklamcılığın her alanında “güzel ve bakımlı” kadınlar, yeni tüketici modeli olarak sunulmaya başlanmıştı. Kadının gerçek işinin ‘’ailesinin bakımı, günlük ihtiyaçlarının karşılanması, mutluluğu, iyiliği’’ için çalışmak olduğu her yolla vurgulanıyordu. Kürtaj hakkının yasak olması vb. gibi gerekçeler kadınların örgütlenmelerine nesnel bir alan sunuyordu. Ancak kadınların harekete geçmelerini sağlayan en büyük dinamik 1968 Öğrenci Hareketleri oldu. Mücadelenin içinde kitlesel olarak yer alan genç kadınlar bir süre sonra anti-otoriterlik, geleneksel iktidar ilişkileri ve hiyerarşik örgütlenme biçimlerinin sorgulanması sürecinde hala ikincil konumda olduklarını fark ettiler. Sürece önderlik eden Feminist kadın hareketi birçok ülkede benzer taktikler geliştirdi. Küçük gruplar halinde ‘’bilinç yükseltme’’ grupları kurarak örgütlenme biçimleri denedi. Eylemleri genellikle ekonomik, hukuki ve cinsel baskılara karşı gelişti. Meslek hayatlarında eşit işe eşit ücret ve eşit şans talepleri eskisiyle benzerlik taşırken, taleplerine cinsel baskıya karşı olma, serbest ücretsiz kürtaj hakkını da eklediler. 70’li yıllarla birlikte “cinsel özgürlük” alanında geliştirdikleri eylemlerde temel sloganları ‘’özel olan politiktir’’ ve “bedenim bana aittir” oldu. Buradan anlaşılacağı gibi geleneksel aile yapısına ilk kez köklü bir eleştiri getiriyorlardı. 1980’lerin başından itibaren Paris’e yerleşen Türkiyeli ve Kürdistanlı kadınlar, başlangıçta göçmen işçi dernekleri içinde kadın kolları biçiminde örgütlenirken; Kürt Özgürlük mücadelesinin ivme kazanması ile birlikte Fransız kadın örgütleriyle de irtibata geçtiler. Tam da burada tekrar kendi deneyimlerime geçmek istiyorum. Başkanı olduğum Anadolu Der imzalı ilk bildiriyi el yazıyla yazdığımı hatırlıyorum. Türkiye’den kaçak yollarla Fransa’ya gelenlerin iltica başvurusu yapmak için dernek kapılarında kuyruk oluşturdukları bir dönemdi. Çoğu insan evsizdi. Gündüzleri Dernek’te pişen çorba ile karnını doyuranların akşamları çay ocağını işleten arkadaştan yalvar yakar geceleri dernekte kalma izni koparmaya çalıştıklarından haberdardım. Anadolu Der’i yeni kurmuştuk henüz daktilo makinamız bile yoktu. İltica sorunları ve Göçmenlik politikasının tartışılacağını belirttiğimiz toplantı tarihini yazdığımız bildiriyi, alan almayana aktarmış ertesi gün dernek tıklım tıklım dolmuştu. Türkiyeli örgütlerin birçoğu süreç içinde tasfiye olup dernekleri de kapanınca buralarda yer alan kadınların bilinçli kesimi bağımsız dernekler ve kadın grupları tarzında örgütlendiler. Ancak toplum yaşamında özgür irade oluşturmada önemli bir yer edinemediler. 1988 Nisan başında Bonn’da gerçekleşen geniş katılımlı Türkiyeli Kadınlar Toplantısında oluşturulan Komisyon üyeleri 18-19 Haziran 1988 tarihlerinde yine Bonn’da bir araya gelmişlerdi. İki gün süren toplantı sonrasında komisyon önüne geniş katılımlı ikinci bir toplantı düzenleme, konuşmaların alındığı bantları çözüp tutanakları bölgelere gönderme görevleri koymuş, düzenlenecek toplantının gündemini belirlemiş ve bu organizasyonu yürütmek üzere, İngiltere, Hollanda ve Fransa’dan birer, Almanya’dan dört kişiden oluşan Tertip Komitesini seçmişti. 28-29 Ocak 1989 tarihindeki toplantıya değişik ülkelerden 263 Kadın katılmıştı. Toplantının gündemi “1- Kadın sorunu nedir? Özgün müdür? Başlığı altında a) Feminizm nedir? b) Feminizm-Sosyalizm ilişkisi, 2- Geleceğe yönelik perspektifler ve öneriler” den oluşmaktaydı. Benim de Fransa delegesi olarak katıldığım bu toplantı hafızamda derin bir iz bıraktı. Aynı dönem hem Türkiye ve Kürdistanlı kadınlarla sürdürdüğüm ilişkilerin yanı sıra, Fransız sivil toplum örgütlerinden kadınların önderlik ettiği aralarında Türkiyeli, Şilili, Çad’lı, Haiti’li, Zaire’li, İran’lı, Eritre’li kadınların bulunduğu ‘’Fransa’da Mülteci Kadınlar Grubu’’nun kuruluşunda ve yönetiminde yer aldım. Halen bu grup aracılığıyla tanıdığım bazı kadınlarla ilişkilerim sürmektedir. Bu grup çalışmamız düzenli aylık toplantılarımız ve CİMAD’ın bize sunduğu olanaklarla haftalık mültecilere danışmanlık çalışmalarımızla uzun süre devam etti. 1992 yılı sonlarından itibaren Özgür Gündem gazetesinde Fransa muhabiri olarak çalışmaya başladım. Sekiz yıl süren gazeteciliğim döneminde en çok da Kürt Kadın Hareketiyle yakın ilişki içinde oldum. Yaptığım haberlerin ve röportajların önemli bir kesimini Avrupa ve ağırlıklı olarak Fransa’daki kadın eylemliliklerine ayırdım. 3 Aralık 1994 tarihinde Özgür Ülke Gazetesinin bombalanmasından sonra değerli arkadaşım eski ürün Dergisi yazarı merhum Nuri Samyeli ile birlikte Fransız gazetecisi, yazarı, aydını, bilim adamı ve politikacıların destek verdiği “Düşünceye Özgürlük ve Kürt Basınıyla Dayanışma Komitesi” kurduk. Komite girişimcileri şu isimlerden oluşuyordu; Henri Alleg, Sylvie Jan, Alain Calles, Rene le Mignont, Jean Paul Nunez, Claude Pascal, Buallem Khalfa, Michel Laurent, Nuray Bayındır, Nuri Samyeli ve İrfan Dayıoğlu. Kurduğumuz komiteye aralarında Papaz Gaillot, Devrimci Komünistler Ligası başkanı Alain Kirivine, yazar Gilles Perault, FKP’den Rolan Wlos ve Francis Wurtz, gazeteci-yazar Madeleine Riffaud, Öğretim üyesi Jean Suret-Canal’ın bulunduğu 72 Fransız aydını imzalarıyla destek verdi. Kürt Kadın Örgütlülüğü Dünya çapında kadın hareketliliğin yükseldiği bir aşamaya gelmiştik. Kürt kadınları ise Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin 1984 15 Ağustos atılımı ile birlikte hem askeri alanda, hem siyasi alanda, hem de demokratik örgütlenme alanında kendini görünür kılmaya başlamıştı. Özgürlük Hareketine bağlı olarak ilk Kürt Kadın Örgütlenmesi Eylül 1987 tarihinde Almanya’nın Hannover kentinde YJWK (Kürdistan Yurtsever Kadınlar Birliği) adıyla kuruluşunu ilan etti. Bu örgütlenme 1991 yılında Kürdistan Özgür Kadın Hareketi (TAJK) olarak isim değişikliğine gidecekti. 1995 yılında Kürt Kadın Hareketi yaptığı bir kongre ile bu kez adını YAJK (Kürdistan Özgür Kadınlar Birliği) olarak değiştirdi. Özgürlük hareketi içinde yer alan gerilla kadınlar 1998 yılından itibaren özgün kadın ordulaşmasına gitme kararı alırken sivil alanda da Kürdistan Özgür Kadınlar Cephesi (EJAK) olarak çalışmalarını yürütmekteydiler. Kürdistanlı Kadınlar 1999 yılının 8 Mart’ında Kürdistan Kadın İşçi Partisi (PJKK)’nin kuruluşunu ilan ettiler. Bundan bir yıl sonra 2000 yılında yapılan kongrede PJKK adını PJA (Özgür Kadın Partisi) olarak değiştirdi. 2004 yılında yapılan kongre ile PAJK(Kürdistan Özgür Kadınlar Partisi) ilan edilecekti. En son 2014 yılında yapılan kongre sonrası tüm özgün kadın örgütlerinin çatı örgütü olarak KJK (Kürdistan Kadınlar Topluluğu) ilan edildi. Görüldüğü gibi Kürdistanlı kadınlar mücadelenin geldiği seviye, dünyada yaşanan değişime, gelişmelere ve sürece uygun olarak; hem örgütlenme düzeylerini yükselttiler hem de buna uygun isim değişikliklerine gittiler. Kürdistan Özgürlük Hareketi içinde özgün örgütleriyle yer alan kadınlar elbette Fransa‘da da bu duruma uygun yapılarını kuracaklardı. 1995 yılında düzenlenen Uluslararası Demokratik Kadınlar Birliği Kongresine katılan YAJK bu kongrede hem 90 ülkenin üye olduğu Kadınlar Birliğine alındı, hem de bu birliğin Yönetim Kuruluna seçildi. Üç gün boyu süren kongrede en çok Kürt kadını ve yaşadığı baskılar dile gelirken, kongre Kürt kadın mücadelecisi Leyla Zana’nın gönderdi mesajla açıldı. Özgürlük mücadelesi içinde pişen ve ordulaşan Kürt kadını bundan böyle uluslararası diplomatik ve demokratik sahada da layık olduğu yeri alacaktı şüphesiz. Bu kongreden sonra Fransa’da Kürt Sorunu daha çok tartışılır duruma geldi. 4. Uluslararası Kadın Konferansı Çin’in başkenti Pekin’de 5 Eylül 1995 günü başlayan ve 15 Eylül 1995 günü sona eren 4. Dünya Kadınlar Konferansına Kürt kadınlarını temsilen Kürdistan Özgür Kadınlar Birliği (YAJK)’de katıldı. Kadın hareketlerin arasında gittikçe önemli bir örnek oluşturan YAJK, Dünya Kadınlar Konferansında da ilgi gösterilen örgütlerden biri olmuştu. Bu Konferansa dünya çapında katılan 2000 gazeteciden biri de Özgür Politika Gazetesi adına bendim. Konferans süresince yapılan onlarca atölye çalışmalarında YAJK temsilcisi kadınlar dünya kadınlara hitaben seminerler verdiler. Kürt kadınının dünya kadın mücadelesine önemli katkılar sunacağı birçok çevre tarafından dile getirilmişti. Tarih 25 Kasım 1995’i gösterdiğinde kadın haklarını savunmak ve kürtaj hakkına yönelik saldırılara karşı Paris’te aralarında Türkiyeli ve Kürdistanlı kadın örgütlerinin de olduğu 140 örgütün düzenlediği yürüyüşe 40 bin kadın katıldı. Paris caddeleri 70’li yıllardan bu yana böylesi bir kadın kitlesiyle ilk kez karşılaşıyordu. Yine 12 Mart 1999 tarihinde Fransız kadın örgütü Femmes Solidaire (Dayanışmacı Kadınlar Örgütü) ve YAJK, 1999 yılının 15 Şubat’ında uluslararası bir komplo ile Türkiye’ye kaçırılan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve tutuklu Kürt kadın politikacı Leyla Zana ile dayanışma amacıyla bir gece düzenlediler. Fransız kadın hareketi ile Kürt kadın hareketi arasındaki ilişkiler gittikçe gelişmekteydi. Nitekim 10-11-12 Aralık 1999 günlerinde Fransız Kadın Hareketi’nin düzenlediği Ulusal Kadın Kongresine EJAK’ta 5 kişilik bir delegasyonla katılım göstermişti. Üç gün süren kongre boyunca 21. Yüzyıla girilirken kadının toplumdaki yeri ve sorunları dile getirilerek, ağırlıklı olarak 2000 yılında yapılacak olan Dünya Kadınlar Yürüyüşü, dünyadaki yoksullaşma ve şiddet tartışıldı. Dünya Kadınlar yürüyüşü 8 Mart 2000 ile 17 Ekim 2000 tarihleri arasına sürecekti. Paris’te yapılan 2000 yılının ilk Dünya Kadınlar Yürüyüşünün organizatörleri arasında EJAK (Kürdistan Özgür Kadınlar Cephesi)’de yer almaktaydı. Kürt Kadın Hareketi 1999 yılıyla birlikte Partileşme aşamasına gelmişti. Ancak Türkiyeli Kadın örgütlerinde aynı gelişme ne yazık ki yaşanmıyordu. Avrupa’da Türkiyeli kadın örgütleri belirli bir aşama yakalamış olmalarına rağmen, örgütlülüklerini geliştirme ve Kadın hareketine ideolojik katkı sağlama anlamında Kürt Kadın Hareketi kadar etkili olamadılar. Her ne kadar kendilerini Türkiyeli görmelerine karşın, dayandıkları çevrelerin önemli bir kesimini Kürt Alevi kadınları oluşturmaktadır. Avrupa’da tanıdığım Türkiyeli Kadın örgütleri arasında iki binli yıllarda özgün kadın yapılarına kavuşan SKB (Sosyalist Kadınlar Birliği) ve Avrupa Demokratik Kadın Hareketi bulunuyor. Rojava Devrimi kadın devrimidir. Tarihsel toplumsal süreç incelendiğinde kolaylıkla görülür; tüm toplumsal sorunların temelinde kadına olan yaklaşım gizlidir. Günümüze kadar toplumun asıl sorununun kadına karşı düşmanlık temelinde düzenlenen yaşam ilişkileri olduğu hep gözden kaçırıldı, görmezlikten gelindi ve önemsenmedi. Sistemin kabuğu şimdi en zayıf olduğu halkadan kırılıyor. Rojava’da, Kobane’de ve Rakka’da din kılıfına bürünmüş kadın düşmanlığının en zalim ifadesi IŞİD’e karşı ölümüne meydan okuyan özgür kadın direnişi insanlığın kendini yeni baştan sorgulamasını gündeme getirdi. YPJ (Kadın Savunma Birlikleri) savaşçılarının Rojava’da elde ettikleri kazanım ve deneyim, bölgedeki diğer kadınları da direnişte en ön saflarda yer almaya itti. Tüm bu gelişmelerin yanı sıra bilim, eğitim ve diplomaside her geçen gün gelişim gösteren özgürlük mücadelesindeki Kürt kadını, en son olarak Jineoloji (Kadın Bilimi) Konferansını da gerçekleştirdi. İnsanlaşma tarihini analiz edenler çok iyi bilir, dünyayı insanlaştıran kadındır. Kadına yabancı erkek egemen şiddetin en yoğunlaşmış şeklini ifade eden IŞİD çetelerine karşı mücadele veren YPJ temsilcileri sadece kendileri için mücadele etmediklerini, bütün insanlığın ve dünya kadınlarının sesi, kulağı olmak istediklerini belirtiyorlar. Kürt kadınları devrim ile birlikte toplumsal siyasal, diplomatik ve askeri alanda, kısacası her yerdeler. Rojava devriminden önce de Kürt kadını yıllardır mücadelenin içindeydi. Bu mücadelenin sonunda gelinen noktada Rojava devrimi dünya çapında yarattığı moral değerleriyle birlikte kadına nefes oldu. Yıllardır içlerinde gizledikleri acıları yoksunlukları ortaya çıkardı. Bugün Kadınlar Rojava’da egemen erkek zihniyetine karşı onurlu, kahramanca bir duruş sergiliyorlar. Avrupa’da Kürt kadınları yıllardır kadın merkezli toplumsal gelişmeyi hedefleyen çalışmalar yaptılar. Gerici değer yargılarının toplumsal yaşamdaki etkilerine karşı mücadele verdiler. Büyük bedeller ödeme pahasına Kürt kadını bulunduğu her alanda örgütlü olmanın avantajıyla kendi iradesini güçlendirdi ve ev yaşamının dışına çıktı. Kadının örgütlü olduğu alanlarda kurumlaşmalarını yarattılar. Özgürlük Hareketi öncülüğünde yaşanan kadın devrimi bu sistemi kökten değiştirecek devrimci bir öz taşıyor.
NOT: Bu yazı Özgür Politika gazetesi eki PolitikART’da 21 Ekim Cumartesi günü yayınlandı.
|