Şuanda 51 konuk çevrimiçi
BugünBugün2927
DünDün3744
Bu haftaBu hafta22168
Bu ayBu ay50186
ToplamToplam11203253
Hayat başka türlü olabilir miydi? PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Cuma, 12 Temmuz 2024 20:26


Benim için olabilirdi. Bir değil iki defa bilinçli tercihle yaşadığım hayatı seçtim.

İlk tercih 1970 yılıdır. ODTÜ’de ikinci sınıftayım. İyi talebeyim. Amacım öğretim üyesi olmaktı. Yüksek lisansı belki ODTÜ’de yapar belki yapmaz ABD’ye giderdim. 30 yaş civarında profesör olurdum. Kimyada ne yapardım bilemem ama sıradan bir profesör olmayacağım açıktır.

Tercih etmedim. Baştan bu tercih pek belirli değildi ama 1970 Mayısında ODTÜ SFK üyesi olduktan sonra o kadar hızlı yükseldim ki okul aklımdan çıktı diyebilirim. Mayısta sonuçta devrimci sempatizandım. Forumlara gitmek, yürüyüşlere katılmak dışında etkinliğim yoktu. Yedi ay sonra Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu’nun yayın organı İleri dergisinin yazı işleri sorumlusu, bundan bir ay sonra THKP-C’nin gayrı resmi yayın organı Kurtuluş gazetesini yayınlayan üç kişiden birisi, bundan üç ay sonra 12 Mart 1971 sonrası Ankara’sında gizlenmek zorunda olan ve aralarında Yusuf Küpeli, Ertuğrul Kürkçü, Sinan Kazım Özüdoğru’nun da bulunduğu kişiler arasında irtibat sağlama görevlilerinden birisi…

Sonrasını anlatmayayım, arkası geldi…

Okulu bitirdim, yüksek lisans da yaptım ama öğretim üyesi olmak düşüncesine artık sahip değildim.

İkinci bilinçli tercihi 1982’de Paris’te yaptım. Politik iltica başvurum kabul edilmiş, ev işgallerini yapmışız, kısa sürede derdimi anlatacak kadar Fransızca öğrenmişim ve bana şu teklif yapıldı: doktora yap, sonra alanında çalış…

İyi İngilizcem var, yapabilirdim; istemedim.

Zaten birkaç ay sonra da Almanya’ya gidecektim.

Bazen düşünürüm; ODTÜ’de iken ya da Paris’te başka bir hayat yoluna karar verseydim neler yapardım, kendimi nasıl hissederdim?

O hayatta mutlu olamazdım. Burası kesindir.

Sürekli öğrenmek, kendini geliştirmek, üretmek benim hayat tarzımdır. Yaşadığım zorluklara rağmen bu hayat bana büyük mutluluk verir.

Çok yazı yazdım halen de yazıyorum ve sanırım bir şeye dikkat etmişsinizdir. Geçmişte şu oldu, bu oldu konusuna çok az yer veriyorum. Uzak geçmişin bendeki yeri azdır. Uzak geçmişten kastettiğim 2000 yılı öncesidir. Bilmem kaç sene önce şunu bunu yaptım diye övünmek anlamsızdır.

Son 20 yıldır ne yaptın, yapıyorsun, onu anlat.

Bu arada belirteyim; geçmişe yönelik ütopya yazım büyük ilgi gördü. Yaygın bir olay, o nedenle… Konuyla ilgili bir de video yapacağım. Geçmişin de ütopyası bulunuyor ve sosyalist harekette çok sayıda insan orada yaşıyor.

Yaşanan geçmiş değil aslında, düzeltilmiş geçmiştir. Ütopya tarafı buradan geliyor.

Geçmişe yönelik ütopya sosyalistlere özgü değildir, yaygın bir olgudur.

Hızlı değişme döneminde, büyük teorilerin açıklama güçlerini önemli oranda kaybettikleri dönemlerde geleceğin az çok belliymiş gibi göründüğü, teorilerin neredeyse her şeyi açıkladıkları zamanlara sığınmak insana güvenlik sağlar. Bu güvenlik sahte bir güvenliktir ama işlevi vardır, kabul etmek gerek…

Geçenlerde birisinin yazısında okudum: marksizm dünyayı değiştirme kültürüdür, diyordu.

Kabul edilebilir bir belirlemedir ama eklemek gerekiyor: başarılı olamadı.

Aynısında ya da benzerinde ısrar etmenin anlamı yoktur.

Sosyalist ülkelerin tarihlerini incelememin önde gelen nedeni de burada yatar: büyük başarısızlığın tarihsel gelişimi nasıl oldu?

Burjuvazi komünist partilerinde nasıl ortaya çıktı?

Çin, Vietnam ve Küba’nın girdiği yeni yola –ülkelere göre değişen pazar sosyalizmi- değer veriyorum. Eksikleri olabilir, eleştirilecek yanları olabilir ama önemli bir deneme yapıyorlar.

Eski yolu savunanlara Einstein’ın sözünü hatırlatmakla yetineceğim: aynı şeyi yaparak farklı sonuç alacağını sanmak aptallık göstergesidir.

İnsan dünyayı anlamak ve değiştirmek mücadelesinde kendini de geliştirir.

Bu mücadele sizi önemli oranda geliştirmiyorsa, bir yerde yanlış yapıyorsunuz demektir.

Hızlı bir değişme dönemi yaşıyoruz. Kapitalizm üretici güçleri eskisinden daha hızlı geliştiriyor ve insanlarımız iyi bilmedikleri konularda durmadan konuşuyorlar. Müdahale edip zaman kaybetmek istemiyorum.

Mesela yapay zeka konusu…

Yapay zeka insan beyninin işleyişinin makineye yansıtılması çabasıdır.

Yapay zekanın temeli budur.

İnsan beyni nasıl çalışır, fikriniz var mı?

Yeni zihin felsefesi bu konuda önemlidir.

Bilinen zihin felsefesinden söz etmiyorum.

Mesela genişleyen zihin kavramı makinede yoktur. Gelecekte olabilir mi, belki…

Zihin başka insanlarla ve eşyalarla birlikte öğrenir.

Neyse ayrıntıya girmeyeyim…

Ne iyi bir iş yapmışım da felsefe bölümünü bitirirken bitirme tezini bu konuda yazmışım…

Sonuç olarak, hayat başka türlü de olabilirdi; istemedim.

1970’ten sonraki 54 yıllık pratikte önemli hayal kırıklığı yaşamadım. Çökenlerin, dağılanların yerine başka yenileri koyabildim. Bunu yapamadığınızda kötü bir psikolojiye girmeniz kaçınılmazdır.

1980 öncesinde şu veya bu örgütün ön plandaki insanlarından birisiydiniz. Örgüt yenilmekle kalmadı, 1990 sonrasında giderek kayboldu. Yok artık…

Hayatını kaybeden insanları sürekli anarak o kaybolmanın yerini dolduramazsınız.

Yeniyi üretmeniz gerek ama bu da zordur ve bu saatten sonra yapmanız da hiç kolay değildir.

Önce hayal dünyasından uyanıp geçmişle ilgili gerçekleri kabul etmeniz gerekecektir ama buna hazır değilsiniz. 1989 Berlin Duvarı kitabımın arka kapağına aldığım Nietzsche’nin Ecce Homo’daki şu sözü konunun esasıdır:

“Bir kafa ne kadar doğruya dayanabilir, ne denli doğruyu göze alabilir?”

Bu soru sadece reel sosyalizm için değil çok sayıda örgüt tarihi için de geçerlidir.

Kolay değildir; yapamıyorsanız geçmişin ütopyası sizi bekliyor.