Şuanda 78 konuk çevrimiçi
BugünBugün161
DünDün2655
Bu haftaBu hafta26144
Bu ayBu ay10580
ToplamToplam10849421

Konuk Yazılar

 
İrfan Dayıoğlu - Seçme Yazılar
https://drive.google.com/file/d/1Dyw__ 2qmorBMYKu19I4bQPDmwSYpqzPZ/view?usp= drive_link
Bütün Yazılar
Adını unutan sokak PDF Yazdır e-Posta
Engin Erkiner tarafından yazıldı   
Pazartesi, 07 Ekim 2024 18:10


I

Uzun olmayan bir sokağım ben, adım önemli değil, unuttum daha doğrusu. Eskiden sokağın başında ve sonunda duvarda adımı yazan levhalar vardı; tozlandı, kirlendi, silindi ve görünmez oldu. Adım yoktur benim, fakültenin yanındaki sokak diye tarif ederler. Bazen postacı gelir, evlere mektup verir, zarflarda ne yazar, merak ederim. Sonra ne önemi var diye düşünürüm, ünlü bir sokağım ben. Gazeteler sürekli benden söz eder; adımı yazmazlar, onlar da bilmiyor olsa gerek… Fakültenin yanındaki sokak, olayların sokağı…

İçimden geçen yol asfalt ve parke taş karışımıdır, birkaç çukurla da süslenir. Evlerde insanlar oturur, kapılardan girip çıkarlar. Gündüz huzursuz bir tenhalık vardır, karanlık basınca ise korku… Arada bir silah sesleri duyulur… Sokaktan geçerek fakülteye giden ya da oradan gelen gençler aralıklı ve çevreyi kollayarak yürürler. Birden silah sesi duyulur, karşılık verirler, kısa süren çatışma ve birisi yere düşer, kaldırıp fakülteye ya da diğer uçtaki caddeye taşırlar. Belki cankurtaran gelecektir biraz sonra…

Gencin düştüğü yerde kan gölü oluşur, öyle kalır, kimse temizlemez, kurur ama izi kalır. Asfalt ve parke taş yolum kırmızı beneklidir. Önceleri hangi benek kime aitti bilirdim. Sonra unutmamak için çok çabaladım ama gücüm yetmedi sonunda. Kendimi suçlu hissediyorum. Onları benden başka hatırlayan yoktur. Hayatları burada bitti, beni ben yapan onlardır. Bu büyük kentte yüzlerce sokak olmalı… Onlardan birisi değilim ben, adres yerine geçen isimden ibaret olmayan ünlü bir sokak…

Tarihini unutmamalısın diye kendi kendime tekrarlıyorum sürekli ama olmuyor, sayılar ve isimler karışıyor. Sürekli yeniler geliyor, yeni eskiyi silerken kendisi de eskiyor.

Sadece Berlin’de olacak değil ya, benim de duvarım var. Cadde tarafından girince sağda, biraz ileride. Eski bir depo olmalı burada, benden önce de vardı. Uzun duvarı yazı doludur; sürekli silinen, yeniden yazılan, tekrar silinip yazılan ve birbirine karışan yazılardır bunlar: Tek Yol Devrim, Milliyetçi Türkiye, Kahrolsun Faşizm… Yağmur yağar, boyalar akıp birbirine karışır, alttaki harfler ortaya çıkar, okunması zor yeni sloganlar oluşur.

Duvarın hemen yanında küçük bir bakkal vardı, sokakta tek olduğundan işleri iyi olmalıydı ama sahibi kapatıp gitti. Camları kısa sürede tozlandı, boş içi de görünmez oldu. Dikkat çeker yine de, camlardaki kurşun delikleri ilk kez geçenleri selamlar; korkmuyorsanız, korkun artık dercesine…

Açık bakkal caddenin köşesindedir, sokağa aitmiş gibi durur ama kapısı caddeye bakar. Evlerden çıkanlar acele ve ürkek oraya gidip elleri dolu dönerler. Bir kız var, günde bir kere, öğleye doğru ekmek almaya gider. Uzun boylu, sıska denecek kadar zayıftır ama soğuk havada bile etek giyerek ve boynunda rüzgarda uçuşan eşarpla cinsiyetini uzaktan bakana bile gösterir: ben kadınım, düşman değilim! Ürkek ve hızlı gidiş gelişini severdim. Yürürken zikzaklar çizerdi kırmızı lekelere basmamak için. Aklıma o genç geldi. Yoldan geçerken başını çevirir, camda bekleyen kızla bakışırlardı. Tanışsalar, evlenseler, üzerimde oynayan çocuklarıyla burada yaşasalardı, kan lekeleriyle anılmaktan biraz kurtulurdum belki…

Öğle saatleri sokağın güvenli zamanıdır. Bir seyyar satıcı girdi arabasıyla ve bütün gücüyle bağırarak… Haber veriyordu belki olan ama görünmeyenlere: benim ben, satıcı, onlardan ya da ötekilerden değilim.

Evlerin balkonlarına kadınlar çıkar, çamaşır asar ya da toplardı. Konuşulmamış bir ateşkes vardı sanki kimsenin bozmadığı. Akşama doğru işten gelenler aceleyle yürüyüp evlere girerler ve oradaki dünya bana kapanırdı. Sokak lambalarının yarısı yanar, diğerlerini yolunu şaşırmış kurşunlar kırmıştır; aylardır tamir edilmediler, belki de korkudan. Kurşun bu, yolunu şaşırınca neyi vuracağı belli olmuyor. Aydınlık parçalarla bölünen karanlık içinde yürümek cesaret ister ve biliyorum mutlaka silahlı olur geçenler.

II

Hevesle başlayan sonra eylemlerin, çatışmaların ve sloganların içinde okuduğu bölümü bile unutan bir üniversite öğrencisiyim. Ön tarafı caddeye, bir yanı endişeyle bakılan ama adı bilinmeyen sokağı gören fakülte binası başlangıçta ders dinlemek için güzeldi, sonra hoşuma gitmez oldu. Dernekten arkadaşlar bina mimarisinin dışarıdan gelecek saldırıya karşı savunmayı zorlaştırdığını düşünüyordu. Saldırı genellikle sokaktan gelirdi ve küçük viraj nedeniyle insanlar iyice yaklaşıncaya kadar görülmeyebilirdi. Gündüz ve gece sürekli oraya bakarak nöbet tutardık.

Sokağa bakarken o kız aklıma gelir. Birbirimize bakıp durduğumuz, konuşmadan anlaştığımız kız. Sokaktan geçerken sıvaları dökülmüş evin giriş katındaki pencereye bakardım. Sokağı denetlemek için birkaç arkadaşla birlikte her gün değişik saatlerde geçerdik ama o hep camda olurdu. İri siyah gözleriyle önce hepimize, sonraki geçişlerimizde özellikle bana bakmaya başladı. Yanında annesi ya da erkek kardeşi olmadan yalnız sokağa çıkması istenmeyen, pencerenin önünde uygun koca bekleyen ev kızı olarak düşündüm ve ciddiye almadım. O ısrarla bakmayı sürdürdü. Sonra kendimi her günkü sokak devriyesinin değişmez elemanı olarak buldum. Onu görmek, “götür beni buradan” diyen bakışlarını cevapsız bırakarak pencerenin önünden geçmek, yemek ve çay gibi günlük hayatımın vazgeçilmezleri arasına girmişti. O ve ben her gün aynı saatte…

Adını bilmiyordum ama ne önemi vardı? Gittikçe kafama yerleşmeye, pencerenin önünden geçeceğim saati sabırsızlıkla beklemeye başladım. Günlük devriyemizin tek değişmeyeni bendim, başkasının da bakma ihtimali yoktu. Kendimi buna sevinirken buldum.

Türk filmlerinde bakışmalardan doğan aşkları gülünç bulurdum. Bu kızı seviyor muydum, bilmiyorum ama aklımdan çıkmıyordu. Benim gibi geleceği belirsiz bir üniversite öğrencisiyle gelir miydi, bunu da bilmiyordum.

Konuşmamız gerek ama nasıl? Ne söyleyebilirim, aklıma bir şey gelmiyor. Daha yakından ve biraz heyecanlı bakarız birbirimize.

Fakülte binasına kadar uzanan bu sokağın şimdilik hakimiyiz ve bunun için az mı çatıştık faşistlerle? Sokağı kaybederiz, geri alırız, yeniden kaybederiz, tekrar ve bu böyle sürüp giderdi. Bir keresinde geceydi ve üç kişi dikkatli yürüyerek devriye gezerken birden kurşun yağmaya başlamıştı. Oturduğu apartmanın kapısı içeriye doğru girintiliydi, kendimi oraya atmıştım. Konuşmak için iyi bir konu, kapınız hayatımı kurtardı!

Kısa süren çatışma ve silah sesleri başladığı gibi birden susmuştu. Karanlıkta çevreyi görebildiğim kadar kollayarak girintiden çıktım, seslendim, cevaplar geldi, bu iyi, yaralı yok. En az birisini vurduk ama nerede? Belki yaralandı, götürdüler, belki de öldü sokağın caddeye bakan yönünde bir yerlerde yatıyor. Aramak tehlikeli ve gereksiz, bakarsın birazdan polis arabası gelir, bulur ve ne yaparlarsa yapsınlar artık.

Çatışma başlayınca dairelerdeki ışıklar işareti almış gibi birlikte sönmüş, yanan birkaç sokak fenerinin cılız ışığında sokak iyice görünmez olmuştu. Polis gece gelmez. Hatırlasana, yine böyle olmuş ve fakülte önündeki polis arabası mavi ışığını yakarak uzaklaşmıştı. Gidiyoruz, ne haliniz varsa görün!

Tehlikeli olduğunu bilerek sabah erkenden sokağa gittik. Geçerken pencereye baktım, yoktu, herhalde uyanmamıştı. Üç kişi aralıklı yürüyerek ve yavaş adımlarla öteki uca doğru ilerledik. Yerleri arayan gözlerimiz kısa asfalt bölümde kan izleri gördü. Yaralı, belki de öldü, alıp götürdüler. Gazetelerde okuruz, belki haber bile olmaz; gece ve adı bilinmeyen bir sokakta ölen çabuk unutulur.

Yeni mi bu izler, anlamak zor. Parke taşlar üzerinde ve kaldırımda bile var bu izlerden. Geçen yıl Kerim burada vurulmuştu, hastaneye yetiştiremedik.

Hepimiz yeniye inanıyoruz konuşmadan verilen ortak kararla ve sürekli arkamızı gözleyerek binaya dönüyoruz.

Ortalık iyice aydınlandı ve içimde dayanılmaz arzu, gidip pencereye bakmak, kızı yeniden görmek… Saçmalama, zorlukla vazgeçiyorum. Nerden biliyorsun kızın sadece sana baktığını? Her geçene belki faşolara da bakıyor olamaz mı? Tersini düşünmeye çalışırken canım sıkılıyor. Kısaca gördüklerimi yeniden hatırlıyorum: merakla, sanki bir şey soracakmış gibi bakan iri siyah gözler, saçları uzun, gerisini görmeden tamamlamaya çalışıyorum. Zayıf olmalı, neden, şişmanlardan hoşlanmam, belki ondan.

Sigara yaksam mı, yaktım. Gideceğim, karar vermedim ama ayaklarım gidiyor. Sokağa girdim, öğle saati, kimse yok. Pencere boş, olmadı şimdi, biraz yürüyüp döner yeniden bakarım. Ayaklar ne yapacağını şaşırdı birden; yürümek, duraklamak, yürümek ve o, elinde ekmeklerle karşıdan geliyor. İkimiz de iyice yavaşladık birbirimize bakarak ama durmadık, duramadık. Konuşmalıyız ama ne söyleyeceğim? Yanımdan geçer geçmez geri döndüm; uzun boylu, zayıf, güzel kız. Arada arkasına bakarak çok yavaş yürüyor. Yürümesi garip, düz değil, zikzaklı. Yolu uzatmak için mi, hayır; yerdeki lekelere basmıyor, üzerinden atlıyor veya yanından geçiyor. Lekelere basmamak! Hiç aklıma gelmemişti. Hangileri bizim, hangileri faşoların; ayırmak mümkün değil. Aklıma sürekli gülen gözleriyle Kerim geliyor. En az bir tanesi onundur. Bastığım yere dikkat ederek, sürekli yön değiştirerek, onun gibi yürüyorum.Yanımda vuruldu, bana da rastlayabilirdi, sırtım ürperiyor. Hayatımız böyle işte. Ne yapacaksın sen beni kızım diye düşünmeye başlarken kestim. Adını sorsam hiç olmazsa ama evin kapısına geldik. Anahtarı çıkardı başı bana çevrili bakışlarıyla sorarken: neden gelmiyorsun, konuşmuyorsun?

Yanına geldim; karşılıklı birbirimizin gözlerine bakarken konuşmak istedim ama sesim çıkmadı ve içerden annesinin bağırtısını duydum, oyalanma diyordu galiba. Başını çevirdi, kapıyı açtı, girerken dönüp yeniden baktı bana. Dar kaldırımda kıpırdamadan duruyordum; anlaştık, mutlaka konuşacağız ama şimdi gitmeliyim, burada durup kızın başına iş açmayayım. Tülün arkasında bir yüz görür gibi oldum, annesi olmalı. Kim bu genç, nerden tanıyorsun, neden kapının önüne kadar geldi? Hemen uzaklaştım fakülteye doğru.

Beni bekliyorlardı, meraklanmışlar, bu saatlerde bir şey olmazmış ama dikkatli olmalı, yalnız uzaklaşmamalıymışım. Kızı bilmiyorlar, bilmesinler. Bu gece baskın bekleniyor. Fakülte binasını ve sokağı ele geçirmeye karar verdikleri duyulmuş. Bir de ölüleri var, intikam gerek intikam.Birkaç kişi sınıflardan sıraları taşıyor, büyük pencereler kapatılıyor. Bir şey yapmadan öylece bakıyorum kendime kızarken; adını bile soramadım. Dirseğimi acıtacak kadar belimdeki silahın kabzasına bastırıyorum. Bu geceyi atlatalım, mutlaka konuşacağım. Ne söyleyeceğim? Gel gidelim! Adlarımızı sonra da öğrenebiliriz; bırak her şeyi, gel! Yurtta bir oda buluruz, gerisini bir şekilde çözeriz. Merak etme, artık daha dikkatli olacağım, bekleyenim var!

Mutlu ve neşeliyim. Herkes meşgul, kimse dikkat etmiyor. Şimdi bilmesinler daha iyi, birden öğrenecekler… Nerden çıktı bu kız, okuldan değil; o sokaktan mı, vay be! Kimin aklına gelirdi haftalarca süren çatışmalardan, ölü ve yaralılardan sonra sokak ele geçirilirken o kızın da ortaya çıkacağı? Bizim için önemli olan o sokağın kızı…

Dernek başkanı beni çağırıyor; ayaklarım gidiyor, kafam kızda; ne anlatmak istedi? Birlikte büyük bir sırayı kaldırıp pencereye dayıyoruz. “Gel götür beni bu hayattan!” İçimi sıcaklık kaplıyor, gerçekten böyle mi dedi? Karşımdaki bana bakıyor, elimde küçük bir masa, öylece duruyorum; anlayacağımı anlayınca işaret ediyor, küçükle büyüğü destekliyorum. Birden canım sıkılıyor, gece çatışma olursa yarın onu göremem, belki o da çıkamaz dışarıya. Beni merak eder mutlaka. Adı nedir, bilmiyorum. O sokağın kızı işte! Hoşuma gidiyor: o sokağın kızı. Birden neden kırmızı lekelere basmadığını merak ediyorum. Sokağın tarihi hızla geçiyor aklımdan: bizim bir ölü üç yaralımız oldu; ötekileri bilmiyorum ama yaralıları var ve en az bir ölüleri, götürdükleri de olmalı. Birden kızın politik olabileceğini düşünüyorum. Camın kenarında gizlenerek çatışmaları izlemiş, bizi tutmuş bir kız. Hoşuma gidiyor bu düşünce, bu kız bizden! İşe bak, şimdiden anlaştık bile. Arkadaşlar yüzümdeki mutlu ifadeye bakıyorlar anlamadan. Ailesi, boş ver aileyi, götür beni bu hayattan! Çay yapmışlar, bir bardak alıyorum. Birden tepside tabaklarla menemen geliyor, yiyenlere katılıyorum. Ne söyleyebilirim ona? Sorular, ihtimaller, karşı çıkacak olanlar ve daha neler… Bana mı söylüyor; başımla dernek başkanını onaylıyorum konuya dikkat etmeden. Gel gidelim, demeliyim. Bakışarak anlaşan iki kişinin birbirine büyük güveni, yeter…

Yemek yerken bir arkadaş nişanlısıyla ilgili son durumu anlatıyor. Öyle dertli ki! Ailenin çıkardığı sorunlar bitmiyor; devrimci damat istemiyorlar, hem kızlarına bakabilecek miymiş bakalım? Kızla birbirlerini seviyorlar ama aile işte, kenara atılamıyor!

Herhalde kaçacağız, diyor. Dernek başkanı gülüyor: al yurda getir, bulamazlar!

Büyük lokma kopardığım ekmeği çiğnerken sevdiğimi düşünüyorum. O da böyle yapar mı, yapmaz! Götür beni buradan diyen yapmaz. Okudum bakışlarını ve gideceğiz. Kararımı anlamış mıdır? Bilmem, belki ama sokakta yeniden karşılaştığımızda konuşmadan anlatacağım ona. Ne kadar güzel konuşmadan anlaşabilmek. Götür beni buradan, gidelim!

Yemekten sonra sigara yakıp katı dolaşıyor, sıralarla kapatılmış pencereleri denetliyorum. İyi görebilmek için elektriği açıyorum; insanın içine birden dolan mutluluk gibi aydınlanıyor oda. İnsan güveni hissetmeli; düşünerek güvenirsen daha sonra aynısını yaparak güvenmeyebilirsin. Gidelim! Önce karar verelim, eksikleri sonra tamamlarız. Nerede kalırız, yurtta oda bulurum, sonrası gelir kendiliğinden.

İki kişi geliyor ellerinde paketlerle; kapıyı açıyoruz, çay içip gidiyorlar. İki gün önce başka bir binadaki çatışmada ölen arkadaşın afişleri. Alışık gözlerle bakıyorum. Bir keresinde ben almıştım paketleri matbaadan; kimdi, hatırlamıyorum, o kadar çok ki. Matbaa ölenlere çalışıyor neredeyse; önce birkaç kişiden fazlasının tanımadığı, şimdi duvarlardaki çok sayıda afişte yaşayan insanları çoğaltıyorlar. Yoğun talep devam edince kalıp yapmışlar, her yenide fotoğraf ve ad değişiyor, o kadar. Cümlenin sonu aynı: ler ölmez! Belki bir hafta ya da on gün kent onlarla doluyor, sonra yenileri gelip eskiyi kapatıyor, sonra daha yeniler… Eskiden, ölürsem eğer, hangi fotoğrafımı basacaklarını merak ederdim. Okulun kayıt bölümünden almak en kolayı… Gülüyorum, geçti o günler; gel gidelim!

Akşam oluyor, biraz uyusam iyi olacak. Gece nöbet tutacağız. Uygun bir sıra bulup uzanıyorum. Paltomu iyice kapatırken elimi yanımdaki sıraya uzatıyorum bir bedenin üzerine koyar gibi. Güzel kız, gel gidelim!

Silah sesleriyle uyanıyorum, soğuktan uyuşmuş bacaklarımı zorlayarak fırlıyorum yerimden. Dinliyorum bir an, anlamıyorum, içerden geliyor yaklaşan sesler. Binaya mı girdiler, ama bu olamaz. Silah elimde ne yapacağımı düşünüyorum. Kimse yok ortada, belki biraz ilerde sürekli gerileyerek savunmaya çalışıyorlar, belki de ne bileyim, içerisi çok soğuk, bir yerler açılmış, belki de ani baskın sonucu dışarı çıktılar. Karanlıkta el yordamıyla ilerlerken sıralara çarpıyorum. Bir yerden soğuk geliyor, bir yer açık, pencere önü boşaltılıp açılmış, silah sesleri yaklaşıyor. Burada durulmaz, çıkmalı, sürekli ateş ederek geliyorlar. Soğuğu izleyerek pencereye yaklaşıyorum, dışarısı karanlık ve sakin. Çıkmalı, dikkat et; gel gidelim!

Pencereden kolayca soğuk toprağa iniyorum. Bir an duruyorum, yaklaşan sesler içerden geliyor. Yavaşça hedef küçülterek yürüyorum. Ne yapmalı, burada durulmaz, binadan uzaklaşmalı. İlerliyorum loş karanlıkta sokağa doğru. Arkadaşlar nasıl kaçabildi acaba? Kalabalık baskını anlayınca topluca çıkmışlar. Sokak tehlikeli ama başka yol yok. Fazla ilerlemeden karanlık bir köşede beklemeli, sonra duruma göre hareke ederim. Kalbim çarpıyor. Kapıyı bulsam, çalsam, ben geldim, korkup açmazlar, şimdi bırak bunları da uzaklaş buradan.

Sokağa girip biraz ilerleyip ışık almayan bir yerde duruyorum. Hiçbir şey görülmüyor. Sokağın sonraki bölümü biraz aydınlık ve ölümle özdeş. Dün konuşmadan önünde durduğumuz kapıya bakıyorum, biraz aydınlık orası, gidilmez. Sokakta kimse yok gibi ama belli mi olur. Kıpırdamadan beklerken binada aralıklarla süren silah seslerini dinliyorum. Belki uyuyordur belki duymuştur sesleri. Gece ne kadar yakınında beklediğimi söylemeyeceğim, endişelenir benim için.

Canım sigara istiyor, gülüp vazgeçiyorum. Yakarsın kibriti, yersin kurşunu! Kıpırdamadan bekle, saat kaç acaba? Hafif bir ses duyuyorum; belki kedi belki silahlı bir kişi. Ateş etsem, ya insan değilse, yerim belli olur. Kıpırdamadan beklemek en iyisi. Gücümü gözlerim ve kulaklarımda topluyorum ama sonuç yok. İnsan görmez ve duymaz ama hissedebilir. Sanki birkaç kişi yavaşça hareket ediyor, sinirlerim iyice geriliyor. Birden ışığı üzerime düşen bir el feneri yanıyor, hemen ateş ediyorum, birkaç el silah sesiyle göğsümdeki acı aynı anda… Ateş etmek istiyorum, olmuyor. Yere düşerken en az birini vurduğuma inanıyorum. Sonra sessizlik, görünmeden gittiler sanki. Bedenimin boşaldığını hissediyorum, göremediğim kan olmalı. Gelmezler, onlar da biliyor yaralı ve silahlı kişiye yaklaşmak tehlikelidir. Öldüğüme emin olmak için tekrar ateş etmelerini bekliyorum. Sessizlik, binadaki silah sesleri de susuyor, tam bir sessizlik.

Silahı tutamıyorum artık, parmaklarım güçsüzleşiyor. Çok kötü oldu çok! Herhalde öleceğim. Cankurtaran ve polis ortalık aydınlanmadan gelmez. Ne kötü, adını bile soramadım. Gözlerim kapanıyor. Sokak, bizim sokağımız, keşke başka yerde ölseydim.

Kanım boşalıyor, iyice bitkinleştim, yolda yeni leke vardır artık. Solmamış renginden anlayacak yeniyi ve her gün çevresinden dolaşarak ve beni düşünerek geçecektir. Götürecek başkasını beklerken beni unutmayacağını biliyorum ve bitti!

III

Öldükten sonra bu kadar tanınacağımı düşünmemiştim. Baskında fakülte binası ve sokağı kaybetmişiz ve ölen sadece benmişim. Her okulda aylardır süren çatışmalar nedeniyle ölenler ve hemen afişleri asılanlar var ama benim yerim ayrı. Peşpeşe çay ve sigara içilen gece nöbetlerinde içimizden birisi öldüğünde diğerlerinin ne yapacağını konuşurduk. Hiç birimiz uzun yaşayacağımızı düşünmüyorduk. Okulu bitir, askere git, evlen, çocukların olsun; bu gelecek çok uzaktaydı. Ulaşmayı istiyor muyduk, belki ya da bilmiyorum.

Okulun büyük anfisine bugünden sonra ilk ölenin adı verilecekti. Bu ben olmuştum artık. Adımın yazılı olduğu plakayı yaptırmışlardı bile, bina ve sokak bir gün mutlaka geri alınacak ve o zaman törenle adsız anfi adlandırılacaktı. Afişim daha fazla basılıp kent donatılacaktı. Özel bir ölüydüm ben; binayı ve sokağı savunurken çatışmada ölmüştüm. O sokağın ölüsü…

O kadar çok cenazeye katıldım ki bundan sonra ne olacağını biliyorum. Polis tabutu vermek istemeyecek, biraz itişip kakışmadan sonra tabut eller üzerinde taşınarak sloganlarla yürüyüş başlayacak. İçimde hüzünlü bir mutluluk var. Yürüyüş çok kalabalık, bütün fakültelerden gelmişler. Bu tören uzun zaman unutulmaz artık. Bizim binaya ve sokağa gidemeyeceğiz ne yazık, orası artık elimizde değil. Haberi olmasa bile yakınından geçmek isterdim. Belli mi olur, hisseder beni. Çok kötü oldu! Birkaç ay sonra ölseydim! Adını bile soramadım, yazık.

Kortej duruyor. Bülent Uluer benim için gelmiş. Bir otobüsün üzerinde elinde megafonla konuşuyor. Eskiden de söylediklerinden tek cümle aklımda kalmazdı ama iyi konuşurdu. Heyecan dalgası kalabalıkta yayılıyor, sloganlarla tekrar ilerlemeye başlıyoruz.

Mezarımın yerini bilseydi gelirdi, konuşurduk, adını da öğrenirdim.

Olmadı, ne yapalım!

IV

Camı silmek, önünü temizlemek bahanesiyle saatlerdir penceredeyim. Bugün de gelmedi. İki gündür meraktan uyuyamadım. Gece büyük çatışma oldu, silah sesleri aralıklarla saatlerce sürdü. Sabah erken cankurtaran ve polis arabası geldi, evin biraz ilerisinde yerden bir şey kaldırdılar, göremedim. Sonra her an bozulabilecek huzursuz bir sessizlik kapladı sokağı. Babam akşam endişeliydi. Bakkala gitmemi ve cama yaklaşmamı yasakladı. Annem de birkaç gün dışarı çıkmayacaktı. Anarşikler azmıştı, dediğine göre.

Annem sıkıntıyla söylendikçe seviniyorum; ekmek yine bitti, un kalmamış, soğan da gerek; bakkalın yolu görünüyor. Para verdi; çabuk gel, oyalanma.

Evin biraz ilerisinde yolda kırmızı bir leke, yeni bu, daha önce yoktu. Yanından geçtim bakarak, o geceden kalmış olmalı. Yavaş yürüyerek, arada arkama bakarak bakkala gittim; yoktu o. Bakkal iki gün görüşmeyince merak etmiş. Soğanı tartarken sürekli konuşuyor: iyi ki dükkan sokakta değil, her şey orada oluyor, aman dikkatli olun. Aldıklarımı torbaya doldurup çıktım ve kapının önünde kalakaldım. Bu o! Girerken görmediğim direkteki afiş, o bu! Sorar gibi bana bakıyor neredesin sen diye. Necdet, birkaç kere tekrarlıyorum içimden; ler ölmez…

Kapı önünde durduğumu gören bakkal çıkıyor, afişi işaret edip, son çatışmada ölen bu olsa gerek, diyor. Sonra gençlere yazık olduğunu anlatmaya başlarken gitmem gerektiğini düşünüyorum. Dalgın ve hızlı eve geldim, lekeye bakmadan girdim. Gerçekten o mu bu? Neden gazete almayı düşünmedim, orada onun yerini okurdum.

Neden yaptın bunu Necdet? Gidecektik, neden?

Canım o kapıdan girmek istemiyor ama başka nereye gidebilirim? Annem mutlaka camın kenarından beni izliyordur. Oyalanma demedim mi sana, neden hemen eve gelmiyorsun? Gelecek bitti birden.

Yerimde duramıyorum, O’nu görmem gerek. Kapının önünü süpürmek istediğimi söyleyip çıkıyorum. Annem birden gelen bu temizlik merakına şaşarak uzaklaşmamam için uyarıyor. Leke ve ben bakışıyoruz. Bu, O. Hissediyorum O. Neden yaptın bunu Necdet? Konuşmamız gerek ama şimdi olmaz. Annemin çağıran sesini duyuyor, eve giriyorum.

Akşam yemeği, her zamanki konuşmalar, babam televizyon karşısında esniyor. Spiker kaç kentte kaç kişinin öldürüldüğünü anlatıyor; şampiyon Adana, sonra burası… Neden yaptın bunu? Erkenden yatağa giriyorum. Gözlerimi kapatınca O hemen geliyor. Böyle olacağını hiç düşünmemiş, birdenbire ve O bile anlamamış. Onu üzgün görünce başka soru sormuyorum. Kapının yakınındaki kırmızı lekeden söz etmiyoruz, orada olduğunu bilerek. Uzun bir konuşma oluyor, genellikle dinliyorum. Geleceğimiz için düşüncelerini anlatıyor, içim mutlulukla doluyor. Gelirdim, hemen… Biliyor musun, hiçbir şey bizi ayıramaz. Uyuyorum.

Sabah nedenini bilmediğim neşeyle uyandım. Kahvaltıdan sonra ısrara başladım: bana giysi gerek, bak giydiklerim ne halde, buralarda dolaşmaz otobüsle büyük çarşıya gider, babam gelmeden döneriz. Annem küçük deliğini parmağımla genişlettiğim eteğime bakıyor, karar veremiyor, ısrara devam ve tamam…

Giyinip çıkıp caddede otobüse biniyoruz. Her zamankinin tersine cam kenarına oturuyorum. Geçen direklere, duvarlara, üzerine yapıştırılabilecek her şeye bakıyorum. Yok henüz ama göreceğim, öyle söyledi. Birden mutluluk kaplıyor içimi, uzun bir duvar boydan boya Necdet… Elektrik direkleri, duvarlar; her taraf Necdet dolu… Otobüs arada durarak ilerliyor, Necdet bitmiyor. Büyük kent bugün sevgilim olmuş, Necdet.

Bazı direk ve duvarlarda önceden afişler varmış ama üstlerine Necdet gelmiş. Sevincime hüzünlü soru karışıyor; kaç gün böyle durur acaba? Bir bölümü yırtılacak ya da üzerine daha yeniler gelecektir ama kent, ben ve o sokak Necdet’i unutmayacağız. Belki aylar sonra yine otobüsle giderken bir köşede kalmış ve geçmemi bekleyen O’nu göreceğim.

Neden olmasın? Aklıma gelenin gerektirdiği cesarete şaşarak yeniden soruyorum: neden olmasın? Fakülteye gider, arkadaşlarını bulurum; afişi mutlaka vardır, alır evde yatağımın altında saklarım.

Nasıl yaparım bunu, bilmiyorum. Ne demişti Necdet: önce karar ver, nasıl yapacağını sonra düşünürsün.

Annem eteği denememi istiyor;  büyük çarşıda bile her tarafta Necdet arayıp bulmakla meşgulken yapıyorum.

Aynı otobüsle dönüyoruz ve yolun diğer tarafı da metrelerce Necdet… Arkadaşlarını tanımadan onlara büyük güven duyuyorum. Onu kentin unutulmazı yaptılar; fakültesi, arkadaşları, sokak ve ben de unutmayacağız. Birden kendimi çoğalmış gibi hissediyorum; hepimiz Necdet’i seviyoruz, benimki başka türlü olsa bile…

Eve girerken lekeye gülümseyerek bakıyorum; iyi ki varsın…

V

Yağmurlar yağdı, yolum ve kaldırımlarım yıkandı, leke gittikçe silikleşirken kız aniden yandaki apartmandan Necdet’i andıran bir gençle evlendi. Evden rahat çıkıyordu artık ve mutlaka lekeye bakıyordu. Leke iyice solup görünmez olsa bile yerini biliyordu.

Akıllı kız! Bakkaldan o afişi bulmasını istedi, uzaktan bir yakınına çok benziyormuş da… Bakkal alışverişe gelen fakültedeki gençlerden istedi, getirdiler. Onlardan da ötekilerden de olmadığını, gencin yaşamayan bir yakınına çok benzediğini uzunca anlatıp kendini güvenceye aldıktan sonra aynı gün kıza verdi.

Kocası iyi adamdı, ne karışır ne de baskı yapardı. Sorunsuz, olaysız, düz bir çizgi gibi evlilikleri vardı. Afişi küçük odanın duvarına astı, o istediği zaman görebilir ama konuklar göremezdi. Uzaktan akrabasıydı, çok gençti ve yaşamıyordu artık. Eşi soru sormamıştı ve kararını vermişti: biriniz ilk, diğeriniz son ve ikinizi de seviyorum.

Olaylar bitti, silah sesleri geçmişin kötü anıları arasında kaldı. Belediye araçları sokağa girince canım sıkıldı. Duvarları temizleyip bütün yazıları sildiler, afiş kalıntılarını kazıdılar, lambaları tamir ettiler, yolum asfaltlandı. Leke kayboldu ve o da yerini unuttu, artık aynı evde yaşıyorlardı ne de olsa. Eski fabrikanın yerine büyük bir apartman yapılmaya başlandı, terk edilmiş bakkal yenilenip açıldı. Başka bir sokak oldum, sanki geçmiş yaşanmamış, tarihim değişmişti.

Bir gün yolumun başında duran belediye aracına merakla baktım. Merdivene tırmanan adam duvardaki okunmaz levhayı söktü, yenisini taktı. Heyecanlandım, artık adım vardı. Merdivenden indi ve diğer uca giderken parlayan levhayı okudum: Necdet Bey Sokak. Adım önceden aynı mıydı, yoksa adsızdım da yeni mi verildi, bilmiyorum.

Kadın çok mutlu oldu. Kimlere bilmem, sürekli mektup yazıyordu, haftada birkaç kere elinde zarflarla görüyordum onu. Postacı da neredeyse her gün cevapları taşırdı ona: gönderen Necdet Bey’den, gelen Necdet Bey Sokak adresine…

Kadın oğlunun adını Necdet koydu. Eşi itiraz etmediği için onu daha çok sevdi.

Sıcak yaz günlerinin akşam serinliğinde kadın, eşi, küçük ve büyük Necdet birlikte yürürler. Onları izlerken geçmişi hatırlarım: karanlık ve korkulu geceler, silah sesleri, ölüler ve ölüler…

Onlar yaşamış mıydı? Yerinde duramayan, annesinin elini bırakıp sürekli koşan Necdet olmasa tersini düşüneceğim.

En azından Necdet ölmedi!

 

Adını Unutan Sokak adlı öykü kitabından. İki yıl önce E-Kitap olarak yayınlanmıştı.